Nur’dan katreler
Bir ibadet
olarak Cevşen
Ubûdiyet, emr-i İlâhîye ve rıza-yı İlâhîye bakar. Ubudiyetin dâîsi emr-i İlâhî ve neticesi rıza-yı Haktır. Semerâtı ve fevâidi uhreviyedir. Fakat ille-i gaiye olmamak, hem kasten istenilmemek şartıyla, dünyaya ait faydalar ve kendi kendine terettüp eden ve istenilmeyerek verilen semereler, ubudiyete münâfi olmaz. Belki zayıflar için müşevvik ve müreccih hükmüne geçerler. Eğer o dünyaya ait faydalar ve menfaatler o ubudiyete, o virde veya o zikre illet veya illetin bir cüz’ü olsa, o ubudiyeti kısmen iptal eder. Belki o hâsiyetli virdi akîm bırakır, netice vermez.
İşte bu sırrı anlamayanlar, meselâ yüz hâsiyeti ve faydası bulunan Evrâd-ı Kudsiye-i Şâh-ı Nakşibendîyi veya bin hâsiyeti bulunan Cevşenü’l-Kebîr’i, o faydaların bazılarını maksud-u bizzat niyet ederek okuyorlar. O faydaları göremiyorlar ve göremeyecekler ve görmeye de hakları yoktur. Çünkü o faydalar, o evradların illeti olamaz ve ondan, onlar kasten ve bizzat istenilmeyecek. Çünkü onlar fazlî bir surette, o hâlis virde talepsiz terettüp eder. Onları niyet etse, ihlâsı bir derece bozulur. Belki ubudiyetten çıkar ve kıymetten düşer.
Yalnız bu kadar var ki, böyle hâsiyetli evrâdı okumak için, zayıf insanlar bir müşevvik ve müreccihe muhtaçtırlar. O faydaları düşünüp, şevke gelip, o evrâdı sırf rıza-yı İlâhî için, âhiret için okusa zarar vermez. Hem de makbuldür. Bu hikmet anlaşılmadığından, çoklar, aktabdan ve Selef-i Salihînden mervî olan faydaları görmediklerinden şüpheye düşer, hattâ inkâr da eder.
(Lem’alar, s. 136)
***
İbadetin ruhu, ihlâstır. İhlâs ise, yapılan ibadetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet ve bir fayda ibadete illet (asıl sebep) gösterilse, o ibadet batıldır. Faydalar, hikmetler yalnız müreccih olabilirler, illet olamazlar.
(İşârâtü’l-İ’câz, s. 142)
***
İbadet ve duânın sebebi ve neticesi emir ve rıza-i İlahidir, faydası uhrevidir. Eğer namazdan, ibadetten dünyevî maksatlar niyet edilse, yalnız onlar için yapılsa, o namaz battal olur. Meselâ, akşam namazı güneşin batmaması için ve husuf namazı ayın açılması için kılınmaz. Öyle de, bu nevî ibadet, yağmuru getirmek için kılınsa yanlış olur. Yağmuru vermek Cenab-ı Hakkın vazifesidir. Biz vazifemizi yaptık; Onun vazifesine karışmayız.
(Emirdağ Lâhikası, s. 31)
Lûgatçe:
ubûdiyet: Kulluk, ibadet.
dâî: Gerekçe, sebep.
semerât: Semereler, meyveler, neticeler.
fevâid: Faydalar.
ille-i gaiye: Asıl sebep, asıl gaye.
terettüp: Sıralanmak, gerekmek.
müşevvik: Teşvik edici.
müreccih: Tercih edici sebep.
mervî: Rivayet edilen.
|
26.01.2006
|
|
Allah'a güzel isimleriyle duâ edelim
—Dünden devam—
Kâinatta her varlık Allah’ın birçok isimlerinin tecellîsini üzerinde gösterir. Meselâ her varlığın besin ihtiyacının karşılanmasında açık bir rızık verme fiili vardır. Bu fiil “rızık verici” mânâsında Rezzâk ismini gösterir. Yeryüzünün âdeta büyük bir eczahane gibi yaratılıp hastalıklara devâ sunulması “şifâ verici” mânâsında Şâfî ismini, canlıların herbirine kendi ihtiyaçlarına göre görme ve işitme kabiliyeti verilmiş olması, “herşeyi hakkıyla gören” Basîr ismini ve “her şeyi hakkıyla işiten” Semî ismini gösterir. Kâinatta görülen bütün hikmetli işler Hakîm ismini, kusurları örtmesi Settar ismini, günahları bağışlaması Afüvv ve Gafûr isimlerini gösterir. Kâinatta gördüğümüz ve şâhit olduğumuz bütün fiiller Rabbimizin bir veya birkaç isminin tecellîsidir.
İşte Cevşen’de başta İsm-i Âzam olmak üzere Allah’a bu güzel isimleriyle duâ edilir. İsm-i Âzam, Allah’ın isimleri arasında en câmi olan ve diğer isimlerin mânâsını da kendisinde toplayan isim demektir. Rabbimiz de kullarından kendisine güzel isimleriyle duâ etmesini istemektedir. Meselâ Tâ Hâ Sûresinin 8., Haşir Sûresinin 24. ve İsrâ Sûresinin 110. âyetinde “en güzel isimlerin kendisine âit olduğunu” ifâde eden Rabbimiz, A’raf Sûresinin 180. âyetinde de şöyle buyurmaktadır:
“En güzel isimler Allah’ındır; o isimlerle Ona duâ edin. Onun isimleri hakkında haktan ayrılanları ise bırakın. Onlar işlediklerinin cezâsını göreceklerdir.”
Peygamberimiz de Rabbimize İsm-i Âzamla yapılan duâların kabul edileceğini ifâde etmiştir. (İbni Mâce, Duâ: 9.) Böyle olunca İsm-i Âzam da dahil Rabbimizin bin bir ismini içine alan Cevşen ile yapılacak duâların ne derece kabûle mazhar olacağı açıktır.
Bir mü’minin en büyük gayesi, Allah’ın rızâsını kazanmak, ihsânına nâil olmak ve azâbından kurtulmaktır. Cevşen’in en az yüz yerinde Cenâb-ı Hakk’ın çeşitli isimleri şefaatçi edilerek Cehennemden kurtarması için Allah’a duâ edilir. Yüce Rabbimiz bu duâsını kabul ettiği kulunu elbette Cehennemden kurtuluşa vesile olan salih amel işlemeye ve günahlardan kaçınmaya muvaffak edecektir.
Okuyana çok büyük sevaplar kazandıran Cevşen aynı zamanda insanı maddî ve mânevî musibetlerden koruyan bir zırh olur. Mecmuatü’l-Ahzab’da Cevşen’in hastalıklara şifâ olacağı, ihlâsla okumaya devam eden kimsenin evinin Allah’ın izniyle yangından, hırsızdan korunmasına vesîle olacağı, bu duâyı okumaya devam eden kimseye meleklerin büyük bir tevâzû ile hürmet edecekleri rivâyet edilir ve Cevşen’in daha birçok fazîleti zikredilir.
Ancak şunu hemen belirtelim ki, Cevşen’in bütün bu faydaları umumî değildir. Cevşen’in harikulâde faydalarına kemâl mertebede Peygamberimiz (asm), sahabîler ve sâir mâneviyat büyükleri mazhar olmuştur. Sâir Müslümanlar da kabiliyetleri nisbetinde Cevşen’in faydalarından istifâde edeceklerdir.
(Büyük Cevşen ve Türkçe Açıklaması / Hizb-ü Envâri’l-Hakâikı’n-Nûriye, Takdim, s. 9-11)
—Devam edecek—
|
26.01.2006
|
|
Bir kıssa bin hisse
Baba, hakkını helâl etmezse...
Mâlik bin Dinar Hazretleri hacca gitmişti. Hac günlerinin sonunda bir rüya gördü. Rüyasında kendisine denildi ki:
“Ey Mâlik, müjdeler olsun, günahların affedildi. Seninle beraber haccedenlerin de günahları affedildi. Ancak Belh’li Muhammed oğlu Abdurrahman’ın haccı kabul edilmeyip günahları affedilmedi.”
Uyanınca, halka Abdurrahman ismindeki şahsı sordu. Onu herkes tanıyordu, onun ibadetine düşkün, Kur’ân’a bağlı bir zat olup her sene hacca geldiğini söylediler. Sora sora onu buldu. Yüzü ayın on dördü gibi parlayan bir gençti. Selam verdi, o da selamını aldıktan sonra:
“Siz kimsiniz?” diye sordu.
Malik:
“Basra’lıyım” dedi.
Genç:
“Bana, benim affedilmediğimi haber vermeye mi geldin?” dedi.
Malik:
“Nereden bildin?” dedi.
Genç:
“Rüyamda söylediler” diye cevap verdi.
Malik:
“Allah senin haccını niçin kabul etmeyip, affetmiyor?” diye sordu.
Genç, ağlayarak:
“Günlerden bir gün ben, Ramazan ayının ilk gecesi büyük bir günah işledim. İçki içip sarhoş oldum. O haldeyken babam gelip beni yerden kaldırmak istedi. Ben babamın gözüne vurup kör etmişim. Babam da bana kırılıp ‘Allah senden razı olmasın’ diye bedduâ etti. Aradan zaman geçti. Ben tövbekâr oldum. Yaptıklarıma çok pişman oldum. Gidip şarap küpümü kırdım. Bol bol sadaka verdim. Kaç tane köleyi hürriyetine kavuşturdum. Her yıl hacca gitmeye başladım. Fakat her sene senin gibi bir kişi bana gelip ‘Allah senin haccını kabul etmedi. Seni affetmiyor’ diyor” dedi.
Malik:
“Senin baban hayatta mı?” diye sordu. Genç:
“Hayattadır. Falan yerde oturmaktadır” dedi.
Malik Hazretleri gencin babasını buldu. Oğlunu affetmesi için rica etti. Adam da bu ricayı kırmadı ve oğlunu affetti. Bunu işiten oğul Abdurrahman sevincinden bayılıp düştü ve Kelime-i Şahadet getirerek ruhunu teslim etti.
|
26.01.2006
|