“Bu zamanda Nurlarla hizmet-i imaniye, her tarafta ilânatla ve muhtaç olanların nazar-ı dikkatlerini celb etmekle olur.”
(Bediüzzaman, Lem’alar)
Bir asra yakındır Türkiye’de ve dünyada kendinden önemle söz ettiren, yaşadığımız coğrafyaya damgasını vurmuş bir dâvâ ve adamı var: Bediüzzaman Said Nursî ve Risale-i Nur.
1878 yılında Bitlis’te dünyaya gelen ve Mutlakiyet-Meşrutiyet-Cumhuriyet devirlerine tanıklık etmiş olan Bediüzzaman’ın bu çalkantılı dönemlerdeki hayatı hep “iman ve Kur’ân hakikatlerini tebliğ ve neşir hizmetleri” ile geçti.
Bu bazen ateşli meydan nutukları, konferanslar ve nasihatler; bazen gazete makaleleri, broşür ve beyannâmeler, ama belki de en önemlisi çileli hayatının en mühim meyvesi olan Risale-i Nur eserlerini telif ve neşirle gerçekleşti.
Onun bu sahadaki ilk hizmetleri, 1907’de geldiği İstanbul’da devrin gazetelerine yazdığı makaleler, meydanlarda verdiği nutuklar, konferanslar, doğu bölgesi de dahil olmak üzere gezip dolaştığı yerlerde halka yaptığı nasihatler oldu. Bu faaliyetleri Divan-ı Harb-i Örfî, Münazarat i-simli eserlerini netice verirken; 1911’de Şam Emevi Camii’n-de verdiği ve büyük ilgi toplayan hutbesi, Hutbe-i Şamiye’nin yayınlanmasına vesile oldu. Muhakemat da, bu dönemde kaleme aldığı eşsiz bir eser.
Bediüzzaman, dur durak bilmeyen neşriyat hizmetlerine, I. Dünya Savaşı’nda cephede telif ettiği İşârâtü’l-İ’câz’la devam etti. Rus esareti dönüşü geldiği İstanbul’daki İngiliz işgali de, onun yayıncılık faaliyetlerine engel olamadı. İşgalcilerin planlarını bozan Hutuvat-ı Sitte isimli broşür niteliğindeki kitapçık, bu dönemin ürünüdür. Aynı yıllarda Sünuhat, Tuluat, İşârât, Lemaat, Katre, Habbe, Zühre, Reşha gibi fert, toplum ve siyaset hayatına bakan muhtelif risalelerle de önemli ölçüler verdi.
1922 Kasım’ında geldiği Ankara’da, Büyük Millet Meclisi’nde on maddelik bir beyanname neşretti. Arapça Tabiat Risalesi, bazı dinsizlik fikirlerinin nüvelerinin atıldığı o dönemde mühim bir hizmeti ifa etti.
Said Nursî’nin en büyük neşriyat hizmeti ise, 1927’de sürgün edildiği Barla’da telifine başladığı Risale-i Nur’un temel eserleri oldu. Harf inkılâbı neticesi bir gecede bütün milletin cahil bırakıldığı ve Kur’ân harfleriyle matbaalarda kitap bastırmanın yasak olduğu bu devirde, Said Nursi’nin elle yazılarak çoğaltılan risalelerinin toplam sayısı 600.000 oldu. Bu, gerçekten muazzam bir neşir faaliyetiydi; iman tekniğe meydan okumuştu! Bu dönemde telif edilen Sözler, Mektubat, Lem’alar ve Şuâlar gibi temel risaleler, dinsizlik fikirleri karşısında Kur’ân’ın mucizevî bir tefsiri olarak zuhur etti. Barla, Kastamonu ve Emirdağ lahikaları adı altında yayınlanan, kendisine ve talebelerine ait mektuplar ise, bu eşsiz Kur’ân tefsirini tamamlayan ve Nur mesleğinin ölçülerini ortaya koyan önemli neşriyat halkalarını teşkil etti.
1950’li yıllara kadar Risale-i Nur adını verdiği iman-Kur’ân hakikatlerini büyük ölçüde telif ve neşreden Said Nursî, Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle tek parti diktasının sona erdiği bu dönemde ise, tıpkı Eski Said döneminde olduğu gibi basınla da ilgilenmeye başladı. Bazı talebelerine dönemin gazetelerini takip ettirdi. Yeri geldi bazı gazete ve dergilerde neşredilmiş yazıları, Risale-i Nur eserlerine iktibas etti. Bazen de bizzat kendisinin veya talebelerinin kaleme aldığı yazıların, çeşitli mevkutelere gönderilerek yayınlanmasını sağladı.
“Matbuat [basın-yayın] âlemi ile tezahüre başlamak, ders vermek zamanı gelmiştir” sözünü de bu yıllarda söylemişti Said Nursî. Ayrıca yine bu yıllarda hazırlanan Tarihçe-i Hayat’taki “İnşaallah, bir zaman gelecek, Risale-i Nur Külliyatı radyo diliyle muhtelif lisanlarda okunacak ve zemin yüzünü geniş bir dershane-i Nuriyeye çevirecektir” ümit ve temennisi de dikkat çekici.
Bediüzzaman’ın vefatından sonra Nur Talebeleri, Üstadın “matbuat lisanıyla konuşmak lâzım” tespitiyle dile getirdiği ihtiyacı tahakkuk ettirmenin peşinde oldular hep. Zülfikar, Uhuvvet, İhlas ve İttihad gibi gazeteler bu mananın tezahürü idi. 1960 ihtilâl döneminin getirdiği zorluklara rağmen büyük hizmetler ifa ettiler. Özellikle haftalık İttihad gazetesi, yaptığı yayınlarla Türkiye’de büyük yankılar uyandırdı. İttihad’ın en büyük hizmeti ise, günlük Yeni Asya gazetesini netice vermesi oldu. 21 Şubat 1970’de, Bediüzzaman’ın talebelerinden Zübeyir Gündüzalp’in öncülüğünde kurulan Yeni Asya, bugüne gelene kadar büyük zorluklar altında nice hizmetlere imza attı. İhtilâl dönemlerinin nefes aldırmayan günlerinde attığı cesur manşetler birilerini rahatsız edince, sıkıyönetim idarelerince defalarca kapatıldı, toplatıldı.
Buna rağmen Yeni Asya, Risale-i Nur’daki hakikatlerin takipçisi olarak, hak bildiği yolda yürümeye devam etti. Hak, hukuk ve demokrasi çizgisinden asla ayrılmadı. Ülke demokrasinin gelişmesine büyük katkıları oldu.
Gelinen noktada Yeni Asya, bir “ekolün” adı haline geldi. Gazetesi, Yeni Asya Neşriyat ismiyle yayınevi, Köprü, Can Kardeş, Bizim Aile, Genç Yorum dergileri ve 104.4 Bizim Radyo’suyla “Risale-i Nur’un medyadaki dili olmaya” devam ediyor.
İşte, 21 Şubat’ta gazetemizle birlikte tüm okuyucularımıza hediye olarak vermeyi düşündüğümüz “Bediüzzaman ve Neşriyat” kitabı, Said Nursî’nin yukarıda özetlemeye çalıştığımız büyük neşriyat hizmetine dikkat çekerken; aynı zamanda onun “matbuat âlemi ile tezahüre başlamak” arzusunu 45 yıldır “Risale-i Nur’un medyadaki dili” olma idealiyle yerine getirmeye çalışan Yeni Asya çizgisini ve yayın ailesini de ana hatlarıyla ortaya koyan bir tanıtım kitapçığı niteliğinde.
Yeni Asya Neşriyat Araştırma Merkezi tarafından 112 sayfa ve cep-boy şeklinde hazırlanan kitap, ayrıca 1.5 TL’den de satışa sunuluyor.
Bediüzzaman’ın “neşriyat”a verdiği önemin ve “Risale-i Nur’un naşir-i efkârı” olan Yeni Asya’nın daha iyi anlaşılmasına vesile olacağını ümit ettiğimiz bu kitabı mutlaka okuyalım ve okutalım.