Bir dönem Osmanlıda da (1836-1839) yılları arasında vazife yapan Alman Mareşal Helmuth von Moltke’nin İstanbulluların su sevgisi ile ilgili ilginç gözlemleri var: “ …sana bir içim suyu tadınca şu veya bu, bilhassa beğenilen pınardan geldiğini, Çamlıca’dan mı, Bulgurlu’dan mı, Kestane suyundan mı, Sultan suyundan mı alındığını söylerler” (Moltke,1836)
Bir sosyal medya hesabında okuduğum bu küçük not bana Bediüzzaman Hazretleri ile ilgili dinlediğim hatırayı hatırlattı.
SU MU KARIŞTIRDIN?
Barla Lâhikası’nda hizmetleriyle adı sıkça geçen Marangoz Mustafa Çavuş’un oğlu merhum Mehmet Güvenç anlatmıştı bu hatırayı.
2009 Berat Kandili öncesinde ahiret âlemlerine yolcu ettiğimiz merhum Mehmet Güvenç ile 2003 yazında Barla’da tanışmış, kendisiyle bahçe içindeki o güzel evinde ailecek hoş bir sohbet gerçekleştirmiştik.
O sohbeti Bizim Aile Dergimizde genişçe, vefatı dolayısıyla gazetemizde de kısaltarak yayınlamıştık (https://www.yeniasya.com.tr/2009/08/09/yazarlar/ygulecyuz.htm.) İlginç hatıralardı.
Suyla ilgili kısmında şöyle demişti:
Üstad Hazretleri buraya sürgün geldiğinde Barla’nın her tarafını kontrol ediyor ve göl suyunu içmeye karar veriyor. Üstadın 1920’li yıllardaki Barla’ya ilk gelişiyle ilgili rahmetli ağabeyimin sık sık anlattığı hatıraları var. Ağabeyim Ahmet, Eğirdir Gölü’nden işlekle (Üstad eşeğe işlek adını vermişti) yaz kış demez Üstadın suyunu taşırmış. “Git filan yerde, filan kayanın dibinden su getir!” emrini aldığında yola hemen çıkarmış.
Bir gün dönüşte arkadaşları oyuna çağırıyorlar, işleği bağlayıp oynuyor, ama testideki sudan da biraz dökülüyor. Çeşmeden üstüne dolduruyor. Üstad suyu içtiğinde daha ilk yudumda “Su mu karıştırdın?” diye soruyor. Ağabeyim meseleyi anlatıyor. Her kabiliyeti gibi, Üstadın tat alma kabiliyeti de inbisat etmiş. Koca testide yarım bardak karıştırılmış suyu hemen anlıyor.
İKTİSAD RİSALESİ’NDEKİ HAKİKAT
Bediüzzaman Hazretleri İktisad Risale’nde dildeki tat alma duygusunu anlattığı kısımlarda aslında o uzvun ibadet çerçevesinde nasıl eğitilebileceğini, terbiye edileceğini de basamaklar halinde anlatır: “hakikî ehl-i şükrün ve ehl-i hakikatin ve ehl-i kalbin kuvve-i zaikası –Altıncı Söz’deki muvazenede beyan edildiği gibi kuvve-i zaikası– rahmet-i İlâhiyenin matbahlarına bir nâzır ve bir müfettiş hükmündedir. Ve o kuvve-i zaikada taamlar adedince mizancıklarla nimet-i İlâhiyenin envaını tartmak ve tanımak; bir şükr-ü manevî suretinde cesede, mideye haber vermektir. İşte bu surette kuvve-i zaika, yalnız maddî cesede bakmıyor. Belki kalbe, ruha, akla dahi baktığı cihetle midenin fevkinde hükmü var, makamı var.”
HÜLÂSA
Bediüzzaman Hazretleri koca bir testideki yarım bardak farklı suyun tadını ilk yudumda fark edecek kadar tat alma duygusunu imanla inkişaf ettirmiş. Eserlerinde bize de Sünnet-i Seniyye çerçevesinde duygularımızı nasıl eğitebileceğimizin, arındırıp, temizleyebileceğimizin yollarını göstermiş.
Hislerimizi, duygularımızı eğitebilme ölçüsünde kârdayız!