Bir kardeşimiz, “Eskiden dervişler, şeyhler mağara, çilehane, uzlethanelerde zikir, tefekkür ve şükür ile Allah’ın huzurunda olduğunu idrak edip ‘huzur-u dâimî’ elde ederlerdi. Bizim ne şart ne imkân ne zamanımız var! “Huzur-u dâimî ve mutluluğu” nasıl elde edeceğiz?” diye sordu.
Bediüzzaman bunun çok kısa yolunu göstermiş: “Her şey üstünde sikke-i kudretini ve hâtem-i rubûbiyetini ve nakş-ı kalemini görmekle doğru-dan doğruya her şeyden O’nun nuruna karşı bir pencere açıp O’nun birliğine ve her şey O’nun dest-i kudretinden çıktığına ve ulûhiyetinde [İlâhlığında] ve rububiyetinde ve mülkünde hiçbir vech ile, hiçbir şeriki ve muîni [yardımcısı] olmadığına, şuhuda yakın bir yakîn ile tasdik edip iman getirmektir ve bir nevi huzur-u daimî elde etmektir.”1
Bir kitap hacmindeki bu paragrafı kısaca şerh edersek:
Sikke-i kudret; her bir şeyi yapmak ancak Allah’ın sonsuz kudretine mahsustur demektir. Hatem, mühür, bir kimse, makam veya kuruluşun ismi kazınmış olan ve basıldığı kâğıt, vb. yerde bıraktığı iz, imza yerine geçen damga, kaşe… Hatem-i rububiyet; terbiye ettiğinin mührü. Tüm âlemlerin Rabbi olan Allah, rububiyetiyle; her şeyi terbiye ve idare eder, besler, tedricî olarak bir kemal noktaya sevk eder. Atomaltı parça, atom, hücre, uzuv, unsur, dünya güneş galaksiler ve kâinatı terbiye ediyor. Bir atom yörüngesinden çıksa, sistem allak-bullak olur!
“Nakş-ı kalem” ifadesi, atom, molekül, hücre, insan, hayvan, bitki ve bütün varlıkların farklı nakış ve desenlerle kimyevî ve fizikî yapılarıyla farklı şekillerde süslemesidir. Nakş-ı kalemle yazılan kâinat kitabı kudret kaleminden çıkmışsa, bir tek harfini de o yazmıştır.
İşte her şeyde Allah’ın sonsuz kudret sikkesini, mührünü, damgasını, nakşını, hikmetini, rububiyetini, rahmetini ve sair Esma-i Hüsnasını, isim, fiil ve şuunatını, yani, yaratmasını, icraatını, tasarrufunu görüp okuyabilen, devamlı Allah’ın huzurunda olmanın hâlini yaşar. Evet, mülk-ü kâinatın tamamı Allah’ın olduğu gibi, tek tek varlıklar da O’nun (cc) eser, mahlûk ve kullarıdır. Eşyayı, tüm varlıkları mana-yı harfî ile, Esma-i Hüsna penceresinden seyir, gözlem ile tefekkür etmek insana “huzur-u daimî” gibi manevi bir hâl kazandırabilir.
“Huzur-u daimî” her an her şeyleriyle Allah’ın huzurunda olduğunu bilmek ve O’ndan (cc) asla gafil olmamaktır. İşte evliyanın çok çok çileli ve uzun zamanda kazandığı bu mertebeleri, her eseri Allah’ın isim ve sıfatlarının bir tecellisi olarak görüp çok kısa zamanda bu hâlin benzerlerine mazhar olabiliriz. Risale-i Nur, aynı zamanda tasavvuf-/tarikat literatüründe geçen bütün kelime ve mef-humları kullanarak, izah ve ispat ederek bunu sağlar.
Dipnotlar:
1- Sözler, s. 264