Başlık önemlidir yazılarda. Muhteva hakkında bilgi verir insana.
Yazıya en uygun başlığı seçmekte zorlanır insan bazen. Ben de zorlanacağımı sanırken duy-gularımın ağır basıp bana yardımcı olabileceklerini düşünememişim hiç. “Ölüm nasihattir”, “Hikmet okumaları”, “Heybemde birikenler”, “Hayatın gri tonu”, “Bir vefat bin tesir” gibi başlıklar geçti aklımdan. Herhâlde “Ölüm nasihattir” ile hiçbiri yarışamazdı aslında. Fakat ben yine de olayın kahramanı olan ablamı seçtim. Benim yazım bir vefatla kendi kametimce fark edebildiklerim sadece...
Bu başlıkla haber ulaşmıştı bana. Kelimelerin bıraktığı mâna çok önemlidir zira. Bildiğimiz bir gerçek şu ki, ölüm ölen kişinin yeni bir başlangıcına vesiledir. Berzah denilen o geçitten geçmeden yoktur yolu başlamanın. Aynı başlangıcın geride kalanlarca da yaşanıldığını fark etmekle birlikte, artık ölüm bir nevî milat olacaktı hayatlarımızda. “Ablamdan önce” ve “ablamdan sonra” gibi. Ama bir şeyleri fark ettirdi bu kez ölüm. Belki yaş deyin, belki zaman deyin, belki de olgunluk deyin... Ne derseniz deyin ama bu tarifsiz bir farkındalıktı. Cenab-ı Hak, hayatlarımızdaki hikmet kalemini biz fark etmeden, anlamadan nasıl da oynattığını gözler önüne sermeyi murad etti bu kez galiba. Hani bazen yaşadığımız küçüklü büyüklü musibetler veya imtihanlar için “Vardır bir hikmeti, Allah en iyisini bilir” mânâsında hep o bildiğimiz sabır odaklı sözleri sarf ederiz bir diğerimize. Ama bazen de merak ederiz: Acaba Cenab-ı Hakk’ın muradı ne idi bu işten? İnsanın yaratılmasındaki hikmetin yüzde biri bize ait olsa bile...
Ablamın son yıllarda yaşadığı hadiseler bir film şeridi gibi gözümün ve hayalimin önünden geçmeye başladı vefatının ardından. Birer birer terk etti dünyalıklar onu. Her şeye olması muhakkak nazarlarımız benimkisi... Bir O Bâkî’ymiş de gaflet etmişiz. “Ölüm nasihattir”i anladım o zaman. Hem de ne nasihatmiş... Meğer Cenab-ı Hak onu bu zaman zarfında bir şeylere hazırlamış, bu zaman içerisinde ona dünyanın çirkin yüzünü iyice gösterir olmuş da fark edememişiz. Hep yaşadığı bütün bunların bir imtihan olup geçeceğini düşünüp, gelmesi her an muhtemel ve muhakkak olan ölümü derhatır edememişiz. Bütün bunlar içimizdeki Cennet sevdasının, ebedî saadetin meşru arzu ve beklentileri değil de nedir? “Lezzetleri tahrip eden ölümü sıkça zikrediniz” diyen Hz. Peygamber Efendimiz (asm) meğer ne kadar da haklıymış. Bunu yaşayınca dünyanın renkleri solmaya başladı. Her şey gri renge bürünmüştü, sanki hayat bin bir rengini kaybetmişti günden güne. Bir film karesi gibiydi her şey, hâlâ inanmakta aklım zorlanıyor, “nasıl oldu birdenbire böyle” diye. Her şey sadece ve sadece iki haftada nasıl bu hâle geldi? Akıl sır erdiremiyordum. Tüm bunlar bir tiyatro sahnesi gibiydi. “Dünya hayatı bir oyun ve oyalanmacadan ibarettir”i anladım. Ölümü tek kendimize değil yakınlarımıza da konduramıyormuşuz meğer. Hayretler içerisin-deydim. Yaşananlar hayal ve rüya gibiydi.
O sıralarda garip bir merak ve ufak bir heyecan vardı içimde, bana göre aslında anlamlı ama mantıken manasız olabilecek türden. Sormam gereken zaman gelecekmişçesine, buna müsaade edilebilirmişçesine, bir haber ala-bilirimmişçesine öyle günlerce bekledim. Hani insan hiç gitmediği ama görmeyi çok isteyip merak ettiği bir yere yakını gidince hemen sorar ya: “Nasıldı oralar? Anlatıldığı kadar var mıymış? Ne yaptınız gidince? Yolculuk nasıldı? Nasıl bir yerde kaldınız?” gibi (her iki dünyaya da uyumlu) sorular sorar merakla. Aynı onun gibi sanki kardeşi olduğumdan bana bir şekilde an-latabilirmiş gibi bir his oluştu günlerce, gittikçe kaybolan. Yalnızca kendin gittiğinde anlayıp bilebileceğin duygular istemeden de olsa yerleşti fazla uzun sürmeden.
Ablam şu hayattayken umumî ve çalışmalı derslerin müdavimlerinden olup, cemaatin diğer etkinliklerine katılmaya gayret ederdi. Ona anneler gününde hediye ettiğim defterini bulup baktığımda, içinde bazı tamamlamak istediği şeylerin notlarını buldum. Belli ki kaydetmiş, niyetine girmiş. Madem mü’minin niyeti amelinden hayırlı, o vakit Rabbim kabul olmuş sayar inşallah. İsterdim ki kimse aile fertlerinden böyle bir hadiseyle imtihan edilmesin ama maalesef ki birbirini tanıyan her iki kişiden biri, diğerini (değil mi ki aile fertleri) uğurlayacak bu dünyadan. “Bir kıza bir kız kardeş lâzımdır” diye başlayıp kız kardeşin önemini anlatan bir yazı yollamıştı bir gün bana, duygulanmıştım ve çok hoşuma gitmişti. Şimdi bakıyorum da bana da bu hayatta kız kardeş verilmiş nimet olarak. Hayal edip yaşayamadıklarımıza değil de bunca sene yaşayıp birlikte geçirdiğimiz o güzel, bol hatırlı, kimi zaman keyifli kimi zaman hüzünlü ama ne olursa olsun “iyi ki vardın” dedirten türden... Rabbime teşekkür ediyorum gözlerim yaşlı ve tekrar kavuşacağımız müjdesini Rabbim verirken, bir gün kaldığımız yerden devam etmenin hayalini kuruyorum. Şimdi düşünü-yorum da bu dünyada sevdiği, ünsiyet ettiği insanları öldükten sonra bir daha göremeyeceği inancıyla yaşayan insanların hâlini, yaşarken ölmek gibi.
İlk günler bunları mülâhaza etmeye ne vakit müsaade etti ne de ruh hâlim. Ama gelenlerle ölüm, ahiret ve kabirle ilgili dersleri bol bol okumak her seferinde ilaç gibi geldi. Bu zaman zarfında heybemde birikenler bunlardı. Bu süreçte, öncesinde ve sonrasında çeşitli illerden arayarak veya mesajla ve yine bizzat ziyaret ederek yanımızda bulunan abla, kardeş ve akrabalarımıza teşekkür ediyorum.
Allah ebeden razı olsun.