İbrahim Aksoy: Peygamber Efendimizin annesini ve babasını tanıtır mısınız? Ehli necat mıdırlar?”
Peygamberimiz’in (asm) Babası Hz. Abdullah
Babası Abdülmuttalip, annesi Fatma bin-i Amr’dır. Şerefli soyu Hazret-i İbrahim’e (as) dayanır. Din olarak da, ailecek Hazret-i İbrahim’in (as) dini olan ve o gün Mekke’de hala varlığını sürdüren Hanif dinine mensupturlar. Hanif dini, tevhid dininin esaslarını koruyan bir inanç yapısına sahipti.
Hazret-i Abdullah yakışıklı bir gençti. Alnında “nur-u Muhammedî” olarak bilinen son Peygamberin nurunu taşıyordu. Bu nurdan dolayı olacak, bulunduğu her yerde ilgi merkeziydi. Bu nur evleninceye kadar alnında kaldı, evlendikten sonra Hazret-i Amine’ye geçti.
Hazret-i Âmine ile evlendikten birkaç ay sonra, yaklaşık 25 yaşlarında 570 veya 571 yılında vefat etti. Vefat ettiğinde biricik oğlu ve tek çocuğu Hazret-i Muhammed (asm) annesinin karnında bulunuyordu. Ticaret maksadıyla Şam’a gitmiş, Şam dönüşünde uğradığı Medine’de hastalanmış ve orada vefat etmişti.
Kabri Medine’de Mescid-i Nebevî’nin yaklaşık 500 metre uzağında bulunuyor.
Peygamberimiz’in (asm) Annesi Hz. Âmine
Babası Vehb bin Abdi Menâf, annesi Berre’dir. Genç yaşta Hazret-i Abdullah ile evlenmiş, bu evlilikten Hazret-i Muhammed’e (asm) hamile kalarak nur-u Muhammedî’yi taşımaya başladıktan birkaç ay sonra kocasını kaybetmiştir. Kocası Abdullah’ın vefatından sonra artık evlenmemiştir.
Hazret-i Âmine’nin şerefli soyu da Hazret-i İbrahim’e (as) dayanır. Peygamber Efendimize (asm) hamile kaldıktan sonra bir rüya gördü. Rüyasında kendisine: “Ey Âmine! Sen bu ümmetin efendisine hâmilesin! Doğduğu zaman:
O’na “Muhammed” ismini ver!” diye seslenildiğini işitti.1
Hazret-i Muhammed’i (asm) dünyaya getirerek, Hazret-i İbrahim’in (as), “Ey Rabbimiz! Soyumuzdan senin ayetlerini okuyacak, kitabı ve hikmeti öğretecek, insanları arındıracak bir Peygamber gönder!”2 Duası kendisinde tezahür etti.
Peygamber Efendimiz (asm) buyurdu ki: “Ben ecdadım İbrahim’in duasıyım. Meryem oğlu İsa’nın müjdesiyim. Annemin rüyasıyım. Annem bana hamileyken rüyasında Şam köşklerini aydınlatan bir nurun kendisinden çıktığını görmüştü.”3
Allah Sen’i Koruyacaktır
Peygamber Efendimiz (asm) altı yaşındayken Hazret-i Abdullah’ın mezarını ziyaret maksadıyla Medine’ye giden annesi Hz. Âmine, orada bir ay kaldı. Medine dönüşünde Ebva köyünde hastalandı ve orada vefat etti. Kabri Ebva köyündedir.
Ölmeden önce mübarek oğlunu bağrına basarak şunları söyledi: “Oğulcuğum! Allah Sen’i mübarek kılsın! Rüyada gördüklerim doğru çıkarsa, Sen celâl ve ikrâm sâhibi Allah tarafından Âdemoğulları’na helâl ve haramı bildirmek üzere gönderileceksin. Allah Sen’i, putlardan ve putperestlikten de koruyacaktır. Her hayat sâhibi ölecek, her yeni eskiyecek, her büyüyen fenâ bulacak, yok olacak. Ben de öleceğim fakat ebediyyen yâd edileceğim. Çünkü temiz bir evlât dünyaya getirdim ve arkamda hayırlı bir hâtıra bırakarak gidiyorum!”4
Bediüzzaman diyor ki: “Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın peder ve valideleri ehl-i necattır ve ehl-i Cennettir ve ehl-i imandır. Cenâb-ı Hak, Habib-i Ekreminin mübarek kalbini ve o kalbin taşıdığı ferzendâne şefkatini elbette rencide etmez.”
Muhterem anne babanın, şerefli oğullarının peygamberliğine neden yetişemedikleri konusunda ise Bediüzzaman şöyle diyor: “Cenâb-ı Hak, Habib-i Ekreminin peder ve validesini, kendi keremiyle, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın ferzendâne hissini memnun etmek için, valideynini minnet altında bulundurmuyor. Valideynlik mertebesinden mânevî evlât mertebesine getirmemek için, hâlis kendi minnet-i rububiyeti altına alıp onları mesut etmek ve Habib-i Ekremini de memnun etmekliği rahmeti iktiza etmiş ki, valideynini ve ceddini, ona zâhirî ümmet etmemiş. Fakat ümmetin meziyetini, faziletini, saadetini onlara ihsan etmiştir. Evet, âli bir müşirin yüzbaşı rütbesinde olan pederi, huzuruna girmesi, birbirine zıt iki hissin taht-ı tesirinde bulunur. Padişah, o müşir olan yaver-i ekremine merhameten, pederini onun maiyetine vermiyor.”5
Rahmetullahi aleyhim.
Dipnotlar:
1- İbn-i Hişâm, I, 170., 2- Bakara Suresi: 127-129., 3- Müsned, 4/128; Beyhakî, Delailü’n-Nübüvve, 1/69., 4- Diyârbekrî, I, 229-230; Kâmil Mîras, Tecrîd Tercümesi, IV, 549., 5- Mektubat, s. 456