Mehmet Bey: “Kurban Bayramı’nda kurban kesmeye gücü yeten insanları da caydıracak hükümler ileri sürüyorlar. Sünnettir, şart değildir gibi. Doğrusu nedir?”
KURBAN HÜKMÜ
Muktedir olan kimse için Kurban Bayramı’nda kurban kesmek farz hükmünde bir emir değil; Hanefî Mezhebi’ne göre vacip, diğer mezheplere göre ise müekked sünnet hükmünde bir emirdir.
Kurban kesmenin farz bir emir olmayışı, Allah’ın şefkatinden ve merhametindendir. Yani muktedir olduğu halde kesmeyene –inkâr etmediği sürece- ceza ve azap yoktur. Vacip veya sünnet-i müekkede oluşu ise, muktedir olanları kurban kesmeye teşvik eder. Kurban kesen Allah’ın rızasına nail olur ve günahları bağışlanır.
Diğer ibadetler gösteriş için yapılmadığı gibi, kurban da gösteriş için kesilmez. Muktedir olanlar kurbanı Allah rızası için ibadet kastıyla keserler. Eğer gösteriş için olursa, safiyetini kaybeder ve ibadet değeri kalmaz. “Kurbanlarınızın ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşacak değildir. Allah’a ulaşacak olan ancak sizin takvanızdır.”1
KURBANDA İHLÂS ŞARTTIR
Muktedir olduğu halde kurban kesmeyeni kınamak doğru değildir. Gücü kudreti olmadığı halde, kurban kesmedi demesinler diye kurban kesmek de doğru değildir. İbadetlerde sadece Allah’ın nazarını ve rızasını esas almalıyız. İhlâs budur! Halkın beğenisini kazanmak ve kınamasından kurtulmak için kurban kesmek sıhhatli bir davranış değildir. Belki farkında değiliz, ama toplumun kınama refleksi kişi ile Rabb’i arasına çok çabuk girebiliyor! Ve yapılan ibadeti Allah için olmaktan çıkarıyor, halkın dedikodusuna malzeme olmamak gibi bir hedefe kilitliyor. Böyle bir amaca ve niyete takılıp kalınırsa, şirk veya gizli şirk tehlikesi bile söz konusu olabiliyor.
Bu açıdan kurbanı, farkında olmadan gösteriş ve riyaya kurban etmemeye dikkat etmeliyiz. Eğer güç ve kudret bulup kesiyorsak sadece Allah için kesmeliyiz. İbadetimizin sıhhati için, araya başka nazarları ve başka rızaları almamaya veya böyle bir tavır içine girmemeye özen göstermeliyiz.
KURBANA KİMLER MUKTEDİR DEĞİLDİR?
Kurban ibadeti şeâirdendir, yani İslâmiyet’in bir beldede mükemmel bir din olarak yaşandığının alâmetlerindendir. Diğer yandan, muktedir olanlar için kurban, Bedîüzzaman Hazretleri’nin “vaciptir, terk edilmez, muhkemâttır, hiçbir cihetle tebeddül etmez, değiştirilmez”2 dediği sünnet-i müekkede sınıfına girer. Değiştirilmesi bid’attır. Muktedir olunduğu halde amel edilmediğinde, sevaptan ve feyzden mahrumiyet vardır.
Bundandır ki Hanefî Mezhebi kurbana güç yetirme ölçüsünü yüksek tutuyor ve bu ölçüye ulaşan birisinin kurban kesmesini vacip görüyor. Hanefî Mezhebi’ne göre bir kimsenin kurbana muktedir olmasının en az ölçüsü, aslî ihtiyaçlarından ve borçlarından başka asgarî “nisap miktarı” mala (seksen beş gram altına yahut buna denk mala veya paraya) sahip olmasıdır.
Diğer mezhepler ise kurbana güç yetirme şartlarını biraz daha aşağıya çekmişler ve tabir caizse tabana yaymışlar; hükmen de, bu şartlara ulaşan birisi için sünnet-i müekkede olarak görmüşlerdir. Meselâ Malikî Mezhebi, bayram süresince kurban parasını temin eden bir kişiyi, sene içinde bu paraya muhtaç olmayacak durumda olursa kurban kesmeye muktedir saymış; muhtaç olacaksa muktedir saymamıştır. Şafiî Mezhebi ise sene içinde durumu ne olursa olsun, bayram süresince zarurî ihtiyaçlarından başka “kurban parasını temin edebilen kişiyi” kurbana muktedir görmüştür. Hanbelî Mezhebi de, ödeme imkânına sahip herkesi, borçlanarak da olsa kurban alabiliyorsa, kurbana muktedir saymıştır.3
Yani anlaşılan o ki, eğer borçlu bir kişinin borçlarının karşılığı var ve periyodik aralıklarla ödeme imkânına sahip ise ve bayram süresince kurban parasını da temin etmişse, nisap miktarı mala sahip olmasa bile, bu kişi Şafiî ve Malikîlere göre kurban kesmeye muktedir demektir. Eğer bu kişinin borçlanarak –ama faizli kredilere girmemek şartıyla- kurban alabilme imkânı varsa, bu durumda da Hanbelîlere göre kurban kesmeye muktedir demektir. Fakat unutmayalım: Kurban için faizli krediye girmek caiz değildir.
Eğer bir kişi mezheplerin “dördünün de” şartlarını taşımıyorsa, kurban yükümlüsü değildir.
Dipnotlar:
1- Hac Sûresi: 37., 2- Lem’alar, s. 58.
3- A. Cezirî, İslâm Fıkhı, C. 3, S. 1043.