Bediüzzaman Hazretleri muhalefeti, idarelerde denge unsuru olarak belirtir ve demokrasilerin şartlarından kabul eder.
Bilhassa ifrat ve tefrite kaçan icraatlarda, iktidarları vasata çekecek kuvvetin muhalefet olduğu gerçeğini bize hatırlatır. Bizdeki iktidarın şartları hayli karmaşık. Dış müdahalelerin dizaynları, hem komünistlerle müttefik Kemalistlerin gizli icraatları, hem dini siyasete alet ederek idareye geçen siyasal İslâmcıların demokrasiyi fiili olarak reddetmeleri ve elbette bütün şu saydıklarımızın başında, Türk demokrasisinin arkadan aldığı 12 Eylül zehirli hançeri darbesiyle muhalefetimiz, on yıllardır sıradan bir “sivil-toplum kuruluşu” muamelesine tabi tutulmuş. Türkiye’mizdeki tek parti istibdadına karşı oluşan “dörtlü takrir” ile başlayan demokratların muhalefetinden, Merhum Süleyman Demirel’in Troçkist-Kemalist ihtilâllerine rağmen küllerden çıkardığı muhteşem muhalefetlerle tarihe yansıyan resimler bugünün muhalefetine de ders olmalı.
Birçok önemli konuyu şimdilik kenara bırakarak; muhalefetimizin bir araya gelip doğrularını tespit ederek millete götüremeyişinin sebepleri ve neticeleri üzerinde durmak istiyoruz. Muhalefetin en önemli dayanaklarının başında millet için hazırladıkları hizmet projelerinin yanı sıra; iktidarın hataları, ihmalleri, adaletsizlikleri ve verdiği rüşvetlerin üstüne gitmek gelmelidir. Avrupa ve Amerika’daki siyasetler, bu hususları tesbit için büyük yatırımlarla enstitüler kurmuşlar. Arkası kesilmeyen bilgilenmeler, istatistikler, milletin nabzını gösteren araştırmalar ve global dünya şartlarını takipler... AKP’nin şu on sekiz sene zarfında, bunca hatalarla en az iki defa muhalefete düşmesi gerekirken, tüm hata, eksiklik, rüşvetler, suiistimaller ve hatta harici bazı politik karşıtlarına rağmen şu istibdadı devam ettirmesinin en büyük nedenlerinin birisi de; elbette ki muhalefetin “muhalefet mantığı ve üslûbuyla” çalışamaması sayılmalıdır.
Muhalefet; doğrularını hem iktidarın ve hem de iktidar ile ortak çalışan neoliberal-neocon ittifakının cerbeze ve kaoslarından korumalıydı. Meselâ Suriye meselesinde, geri çekilmeyen güçlerin mahiyetini hem meclise, hem medyaya ve hem de meydanlara taşıyabilirdi. Suriye’nin toprak bütünlüğünü istemeyen ve neoconlarla yaptığı ilk anlaşmalara göre Suriye’nin kuzeyindeki kritik bölgede Rusya’ya rağmen Beşşar ile mücadele eden bir hükümetin yanlış siyaseti millete anlatılabilseydi, İdlib ve diğer bölgelerde bu kadar masrafa yol açacak problemleri devam ettiremezlerdi. Muhalefet, Suriye meselesinde doğrularını millete anlatamamıştır. Hele bir Barzani meselesi var ki, hükümete üç ay zarfında pılı-pırtısını toplattıracak kadar vahimdir. Erbil’e devlet muamelesi yapıp, İsrail’in safında devlet anlaşmaları imzalamak üzere gidip-gelen bakanların resimleri medyada neşrolunduğu halde, muhalefet burada da doğrulara sahip çıkamamıştır.
Irak’ın toprak bütünlüğünü istemeyen bir hükümet var muhalefetin karşısında. Bu da AKP’nin, Arap Baharı ve sonrasında kimlerle ittifak kurduğunu göstermez mi?
Katar diye bir devleti kaç seneden bu yana duyuyoruz. Katar’ın hem Arap Bahar’ında ve hem de Suriye Savaşındaki rolü için dönüp arşivlere baktığınızda, burada büyük bir oyunun oynandığını göreceksiniz. Türkiye kendi tarihinde hiçbir zaman Suudi Arabistan ile diplomatik münasebetlerini kesmemiştir. Hep vasatta gelmiştir ilişkilerimiz. Türkiye’yi Suudi’den ve dolayısıyla Yemen trajedisinden uzaklaştıran İngiliz politikalarına bu hükümet sessiz kalarak, Arap Dünyası’nda Doha ile yetinmiştir. Ve bu gün oyunun seyri değişiyor, bildiğiniz üzere.
İçerdeki “Kürtler meselesini” muhalefetimiz doğru okuyabilseydi, AKP’yi 2010’dan sonraki seçimlerde Şark’a yaptığı ihanetten dolayı siler-süpürürdü. Önce Kürtlerin milli duygularını okşadılar ve sonra ipleri neoconların elindeki terör örgütü ile HDP’nin insafına bıraktılar. İşte Kürtlere yapılan bu ihaneti, maalesef muhalefetimiz görmezlikten gelerek milli birlik-beraberliğimize tam on sekiz senedir indirilen darbeleri milletimize doğruca anlatamadı.
Muhalefetin ıskaladığı onlarca doğrudan bir son nokta ile yazımızı noktalayalım. Bu hükümetin hem demokratlığı, hem İslamiyet’i, hem milliyetçiliği, hem milli değerleri ve hem de İslâm Âlemini mütemadiyen istismar ettiğini söyleyen muhalefetin, iddialarını müşahhaslaştırarak millete götürmemesini neye bağlayacaksınız… Müslümanlık dindarlığı, dindarlık ahlâkı, ahlâk iffeti ve iffet ise başta fuhuş ve zina olmak üzere milletlerin özünü kemiren hastalıklarla mücadeleyi esas alır. Peki, AKP hükümetinin zina ve fuhuşun kapısını nasıl açtığını millete anlattınız mı? Güya AB’ye girmek için kabul edilen kanun ve prensipler arasındaymış attıkları imzalar. AB’nin böyle bir şartı bizden istemediğini Brüksel’den öğrenebilirdiniz. LGBT hakları ve İstanbul Sözleşmesinin AB ile hiçbir ilgisi olmadığını sağır sultan da biliyor. Zira halâ Avrupa’da kendi millî ailelerini Marksist neoliberallerden korumak üzere direnişleri devam eden onlarca meclis dururken, yalnızca Türkiye hükümetinin çekince ve şerhsiz bu anlaşmaya imza koyduğunu da millete duyuramadınız. Fakat şu husus önemlidir. Bu millet geleceği olan ailesinin altına dinamit koyanları asla affetmeyecektir.