Risale-i Nur’da öyle çarpıcı cümleler vardır ki, ilk kez okumuş olsak bile hakikat olduğunu anlamak için düşünmeye fazla ihtiyaç ve fırsat bırakmaz.
Okuduğumuz anda hakikatler, hissemize göre ruh akıl, kalp ve sair hislerimize çarpar belki de tokatlar. Bu tokatlama anları bizi bazı gafletlerden uyandırır. Fakat zaman geçtikçe bu cümle ve hakikatler nefsimizde sıradanlaşmaya başlar. Kendimizi muhatap etmeden okudukça dilde döner, içeri girmeden çıkar gider. Senelerdir okumamız, çok güzel anlatmamız, içtimaî hayat ve sosyal medyada paylaşmamız bize hakikî manada bir fayda sağlamaz. Mazhar değil memer olarak okunan hakikatler, kelime ve cümleler halinde bizim üzerimizden akar gider. Bir âlimin yoldan geçmesiyle yol âlimin ilminden nasıl ki nasibini alamıyorsa, bizler de Risale-i Nur’dan nasibimizi tam alamayız. Kısmî olarak istifade ederiz, fakat istifaza edemeyiz. Birbirimize paylaşım yapar durur, uhuvvet, muhabbet, tesanüd, ihlâs deriz, ama lisan-ı halimiz tam aksini defalarca aktarır ve hakikatleri nefsi olarak heba ederiz.
İşte heba etmememiz gereken hakikatlerden biri, muazzez Üstadımızın feda ettiği bin haysiyetinin gerekçesidir. Bu gerekçe belki de kardeşler arası menfi olan olayların ve hislerin kök sebebinin çözümüdür. Çözüm heba edilirse kördüğüm kaçınılmazdır. O çarpıcı paragraf şudur:
“Kardeşlerimden ricâ ederim ki: Sıkıntı veya ruh darlığından veya titizlikten veya nefis ve şeytanın desiselerine kapılmaktan veya şuursuzluktan arkadaşlardan sudur eden fena ve çirkin sözleriyle birbirine küsmesinler ve ‘Haysiyetime dokundu’ demesinler. Ben o fena sözleri kendime alıyorum. Damarınıza dokunmasın, bin haysiyetim olsa kardeşlerimin mabeynindeki muhabbete ve samimiyete fedâ ederim.” 1
Bu paragrafı yazan ve yaşayan aziz Üstadımızın haysiyetini tahattur ederek, lütfen bir kez daha sizlerden rica ederek yavaşça ve vurgulu olarak içimizden bir kez daha okuyalım.
Evet, en ufak bir baskıya, zulme, istibdata, tahakküme boyun eğmeyen muazzez Üstadımız, dünyevî en üst rütbede olan şahıslara karşı dik duran Üstadımız bu satırlarda tamda kardeşler mabeyninde, kardeşliği ve muhabbeti hissedenler için şunu söylüyor.
” …bin haysiyetim olsa feda ederim.”
Neyi ederim “bin haysiyetimi.“
Kime ve neye “kardeşlerim mabeynindeki muhabbete ve samimiyete.“
Evet şimdi gelelim bize, bir tane haysiyeti olan bizlere…
“Sıkıntı, ruh darlığı, titizlik, nefis ve şeytanın desisesi, şuursuzluk, fena ve çirkin sözler” evet bunlara ya maruz kalmışızdır ya da yapmışızdır. Damarımıza mutlaka dokunmuştur. Fakat “başımdaki saçlarım adedince başlarım bulunsa, hergün biri kesilse,” diyen Üstadımız bu kez iman ve Kur’ân dâvâsı için feda ettiği başının yanında yine bizler için yani kardeşleri için haysiyetini de feda ediyor hem de bin haysiyetini. Bin başının yanında bin haysiyetini. Bize ne olmuş ki bir haysiyetimizi kardeşlerimize feda edemiyoruz?
Unutmayalım Risale-i Nur Talebesi olarak bizler kendimizi değil, Risale-i Nur’un şahs-ı manevisini ehl-i imana gösteriyoruz. Bu sebeple bu hadiselerde daima kendimizi kusurlu bilip kardeşlerimize hata paylaştıran değil, sıkıntı ve sorunu sorumlu olarak üstlenen ve bir haysiyetini feda ederek çözen olmalıyız. Evet zor, fakat muhabbetin ve samimiyetin bizim bulaşık elimizle elimizden kaçmaması için bazı şeyleri feda etmeyi göze almalıyız.
Selâm, duâ ve muhabbet ile…
Dipnot:
1- 28. Lem’a 16. Nükte.