‘Böyle soru mu olur?’ diyenler olabilir. Olsun.
Bu yazıdan önceki en son el yıkamamda olağanüstü şeyler hissettim. Sabunu alıp şöyle köpürte köpürte ellerimi yıkarken parmaklarımın ahenk ve uyum içinde birbirini temizlemesi bana anlamlı geldi.
Şu parmakların üç boğumu ne yüksek bir düşünce ürünü, ne hikmetli bir san’at eseri idi! Yaratıcıya hayranlığım bir kat daha arttı.
Oysa geçenlerde yaşadığım parmağımdaki küçük ağrı hayatı çekilmez hale getirmişti. Yüzümü yıkayamıyor, sair ihtiyaçlarımı ahenkle karşılayamıyordum.
Şimdi ise ellerimi, parmaklarımı ova ova yıkamanın, istediğim tonda yüzüne dokunmanın hazzını hissediyor, Rabbime bin kez daha şükrediyordum.
Kaybolunca, arızalanınca kıymeti anlaşılıyor varlığın.
Oduncular pazarında esnaf kardeşlerimle konuşurken birden gözüme bir sinek kaçtı. Birden hayat durdu adeta. Bütün mesele o sinek oldu. Bu küçücük sinek gökyüzünde o kadar alternatif yollar varken, neden hattı şaşırıp benim gözüme girmişti? Mü’min kardeşim müdahale edip o sineği çıkardı da, ‘Oh be hayat varmış!’ dedim ve hayata devam ettim.
Diyeceğim o ki, o kadar küçük şeyler var ki, aslında onlar ne kadar da büyükler, önemliler, vazgeçilmezler. Mesele bu küçük gibi gözüken şeylerin farkında olmaktır. Sayısız görmelerin lezzetini küçücük sinek hatırlatıveriyor.
On yıllardır ellerinizi yıkarken, o yıkama kesitlerinin birisinde adeta bir perde açılıp, parmaklarınızdaki Yaratılış muhteşemliğini tefekküre başlıyorsunuz. San’atçıya olan hayranlığınız bir kez daha artıyor.
Hasılı, bir şeye olağanüstü demekte ne kadar da zorlanıyoruz. Oysa aldığımız nefesler, ellerimizi yıkarken parmakların ahenkli yardımlaşması ne büyük dersler taşıyor içinde.
Normal şartlarda göremeyen insana, bazen arızalar farkındalık sağlıyor.