b›rakm›yor,
o
øp
WÉn
Ñr
dG n
ƒo
g
ismini zeminin iç yüzüyle, yüz bin
dil ile tesbih eden baz› melâike gibi, yüz bin tarzlarda ilân
edip ispat eder.
Hem arz, senevî hayat› haysiyetiyle bir a¤aç oldu¤u ve
o dört isim içinde hafîziyeti ve onunla haflir kap›s›na bir
anahtar yapt›¤› gibi; aynen öyle de, dehrî ve dünya ha-
yat› cihetiyle, yine meyveleri ahiret pazar›na gönderilen
bir muntazam a¤açt›r. Ve o dört isme öyle bir mazhar,
bir âyine ve ahirete giden bir yol açar ki, geniflli¤ini iha-
taya ve tabire akl›m›z kâfi gelmiyor. Yaln›z bu kadar de-
riz:
Nas›l ki bir saatin saniyeleri ve dakikalar› ve saatleri ve
günleri sayan haftal›k saatin milleri birbirine benzer, bir-
birini ispat eder. Saniyelerin hareketini gören, sair çark-
lar›n hareketlerini tasdik etmeye mecbur olur. Aynen öy-
le de, semavat ve arz›n Hâl›k-› Zülcelâl’inin bir saat-i ek-
beri olan bu dünyan›n saniyelerini sayan günler ve daki-
kalar›n› hesap eden seneler ve saatlerini gösteren as›rlar
ve günlerini bildiren devirler birbirine benzer, birbirini is-
pat eder. Ve bu gecenin sabah› ve bu k›fl›n bahar› kat’iye-
tinde, fânî dünyan›n karanl›kl› k›fl›n›n bâkî bir bahar› ve
sermedî bir sabah› gelece¤ini hadsiz emarelerle haber
verir diye, Hafîz ismi ile
o
øp
WÉn
Ñr
dGn
h o
ôp
gÉs
¶dGn
h o
ôp
N'
’r
Gn
h o
?s
hn
’r
G n
ƒo
g
isimleri, biz Hâl›k›m›zdan sordu¤umuz haflir meselesine
mezkûr hakikatle cevap veriyorlar.
ahiret:
öbür dünya, öteki dünya,
k›yametten sonra kurulacak olan
âlem
amel:
bir insan›n dinî emirler ve
yasaklara göre yapt›¤› ifl, hareket.
arz:
yer, dünya
âyine:
ayna, mirat
aynen:
bir fleyin asl› veya kendisi
olarak, t›pk› t›pk›s›na, hiç de¤ifl-
meden, oldu¤u gibi.
bâkî:
ebedî, daimî, sonu gelmez,
bitip tükenmez, ölmez, sonsuz
cihet:
yan, yön, taraf
dehrî:
dehr ve zamana dair ve
müteallik
emare:
alâmet, niflan, eser, ipucu,
belirti, karine.
fânî:
muvakkat, geçici
haf›ziyet:
koruyup gözeticilik
Hafîz:
yaratt›klar›n› koruyup gö-
zeten Allah.
hakikat:
gerçek, as›l, esas.
Hâl›k:
yoktan yaratan, her fleyi
yoktan var eden, yarat›c›; Allah.
Hâl›k-› Zülcelâl:
Sonsuz büyüklük
sahibi yarat›c›, Allah.
haflr:
k›yametten sonra bütün in-
sanlar›n bir yere toplanmalar›, Al-
lah’›n, ölüleri diriltip mahflere ç›-
686 |
BED‹ÜZZAMAN SA‹D NURSÎ
D
EN‹ZL‹
H
AYATI
karmas›, k›yamet
ilân:
meydana ç›karma, belli
etme, yayma, duyurma, bil-
dirme
ispat:
delil ve flahit göstere-
rek do¤ruyu ortaya koyma,
do¤ruyu delillerle gösterme
kâfî:
yeter, yetecek; elveren,
yetiflen
kat’iyet:
kat’îlik, kesinlik.
mazhar:
bir fleyin ç›kt›¤› yer,
zuhur etti¤i, göründü¤ü yer
mecbur:
icbar edilmifl, zorla
bir ifle giriflmifl, bir ifli yapmak
zorunda kalm›fl
melâike:
melekler, feriflteh-
ler; nurdan yarat›lm›fl, f›tratla-
r› safi, makamlar› sabit olan,
Allah’›n emirlerine tam itaat
eden mahlûklar.
mezkûr:
zikredilen, ad› ge-
çen, an›lan.
muntazam:
nizaml›, intizaml›,
s›ralanm›fl, s›ral›, düzgün, ter-
tipli
saat-i ekber:
en büyük saat.
sair:
di¤er, öteki, baflka.
semavat:
semalar, gökler
senevî:
senelik, y›ll›k
sermedî:
ebedî, sürekli, da-
imî, ölümsüz.
tabir:
yorum, yorumlama.
tasdik:
do¤rulu¤unu kabul
etme, do¤rulama, gerçekli¤ini
kabul etme
tesbih:
Allah’› bütün kusur ve
noksan s›fatlardan uzak tut-
ma, Sübhanallah deme, Ce-
nab-› Hakk› (c.c.) flan›na lây›k
ifadelerle anma, Allah’a söz,
ifl, davran›fl ve kalple içten
ibadet etme