Bu Kurân Müslümanlarn elinde varken, biz onlara
hakikî hâkim olamayz. Bunun kaldrlmasna ve çürütül-
mesine çalflmalyz. flte, bu kâfir muannidin bu sözü,
otuz senedir nazarm Avrupa feylesoflarna çevirmifl ol-
du¤undan, nefsimden sonra onlarla u¤raflyorum. Dahi-
liyeye pek bakamyorum ve dahildeki kusuru, Avru-
pann hatas, ifsaddr derim. Avrupa feylesoflarna hid-
det ediyorum, onlar vuruyorum. Felillâhilhamd, Risale-i
Nur, o muannit kâfirin hülyasn krd¤ gibi, maddiyyun,
tabiiyyun feylesoflarn tam susturur bir vaziyete girmifl-
tir. Dünyada, hangi flekilde olursa olsun, hiçbir hükûmet
yoktur ki, kendi memleketinin böyle mübarek mahsulü-
nü ve sarslmaz bir maden-i kuvve-i maneviyesini yasak
etsin ve naflirini mahkûm eylesin! Avrupada rahiplerin
serbestiyeti gösteriyor ki, hiçbir kanun, tarik-i dünya
olanlara ve ahirete ve imana kendi kendine çalflanlara
iliflmez.
Elhâsl:
On sene kadar sebepsiz bir nefye mahkûm;
ihtilâttan, muhabereden memnu, gurbetzede bir ihtiyar
adamn, saadet-i ebediyenin anahtar olan imanna dair
hatrat- ilmiyesini yazmasn, dünyada hiçbir kanun ona
yasak diyemez ve demez kanaatindeyim. Ve flimdiye ka-
dar hiçbir âlim tarafndan tenkit edilmemesi, elbette o
hatrat ayn- hak ve mahz- hakikat oldu¤unu ispat eder.
Benim ittihamm ve tevkifime sebep gösterilen,
DÖRDÜNCÜ MADDE:
Devletçe yasak edilen tarikat
dersini vermekle ihbar edilmifl olmakl¤mdr.
ahiret:
öbür dünya, öteki dünya,
kyametten sonra kurulacak olan
âlem.
âlim:
ilim ile u¤raflan, ilim adam.
ayn- hak:
hakkn, gerçe¤in tâ
kendisi.
dahiliye:
ülkenin iç içiflleri, dahilî
durumu.
dair:
belli bir fley hakknda olan,
alâkal, müteallik, ait, ilgili.
elbette:
kesinlikle, mutlaka, flüp-
hesiz.
elhâsl:
hasl, netice itibariyle, so-
nuç olarak, özetle, sözün ksas,
uzatmayalm, ksacas.
feylesof:
felsefe ile u¤raflan, filo-
zof.
gurbetzede:
gurbet görmüfl, gur-
bete düflmüfl olan, memleketinin
dflnda kalan, gurbetçi.
hakikî:
gerçek, sahici.
hâkim:
sözünü geçiren, egemen.
hâtrât:
anlar.
hâtrât- ilmiye:
ilmî hatralar,
ilimle ilgili hatralar.
hiddet:
öfke, kzgnlk, gadap, h-
flm.
hükümet:
yönetim.
hülya:
hayal.
ifsat:
fesada u¤ratma, bozma,
düzensizlik meydana getirme.
ihbar:
haber verme, bildirme, an-
latma, duyurma.
ihtilât:
karflp görüflme, iliflkide
bulunma, beraber yaflama.
ihtiyar:
yafllanmfl kimse, yafll.
ittiham:
suç altnda bulunma,
töhmetli olma, töhmet altnda ol-
ma.
kanaat:
görüfl, fikir.
kanun:
devletin yasama kuvveti
tarafndan herkesçe uyulmak
üzere konulan her türlü kaide,
yasa.
kusur:
suç, kabahat.
lillâhilhamd:
ne kadar hamd ve
flükürler varsa ve olmuflsa, cüm-
lesi Allaha mahsustur, Ona gider,
Ona aittir.
maddiyyun:
maddenin ezelî ve
ebedî oldu¤una, sonradan yaratl-
mamfl bulundu¤una inananlar.
maden-i kuvve-i manevîye:
mo-
ral kayna¤, yürek gücünün kay-
na¤, insanda psikolojik ve moral
gücünün kayna¤.
mahkûm:
bir mahkemece hü-
küm giymifl, hükümlü.
mahsul:
husul bulan, hasl olan,
meydana gelen fley.
memnu:
yasaklanmfl, menedil-
mifl, mâni olunmufl, yasak edil-
mifl, yasak.
muannit:
inatç, ayak direyen.
348 |
BEDÜZZAMAN SAD NURSÎ
E
SKfiEHR
H
AYATI
muhabere:
haberleflme,
mektuplaflma, yazflma.
mübarek:
hayrl, mutlu, kut-
lu, u¤urlu.
naflir:
eser neflreden, yaynla-
yan.
nazar:
dikkat.
nefis:
kötü vasflar, nitelikleri
kendisinde toplayan, kötülü-
¤e sevk eden, flehevî istekleri
kamçlayp hayrl ifllerden al-
koyan güç.
nefiy:
sürme, sürgün etme,
cezalandrarak baflka bir yer-
de ikamet etmeye mecbur
etme.
rahip:
Hristiyan din adam ve
bilgini, papaz, keflifl.
saadet-i ebediye:
zevalsiz,
sonu olmayan mutluluk, son-
suz mutluluk.
serbestiyet:
serbestlik, rahat
ve serbest olma hâli.
tabiiyyun:
tabiatçlar.
tarik:
vasta, vesile.
tarikat:
Allaha ulaflmak için,
fleyhin gözetiminde müridin
takip edece¤i terbiye usul ve
yolu, seyir ü sülûk srasnda
tutulan yol.
târik-i dünya:
dünyay terk
eden, dünya ifllerinden elini
aya¤n çekip bir köflede otu-
ran.
tenkît:
elefltirme, elefltiri.
tevkif:
cezaî tahkikat srasn-
da, zanlnn mahkeme karar-
na kadar geçici olarak hapse-
dilmesi.
vaziyet:
bir kimse veya fleyin
durumu, hâli.