‹flte,
1
'
¤r
Yn
’r
G o
?n
ãn
Ÿr
G !n
h
flu temsil gibi, flu kâinat Hâl›k›n›n
ve Malikü’l-Mülk Velmelekût’un ve Hâkim-i Ezel ve Ebe-
d’in iki tarzda mükâlemesi, sohbeti, iltifat› vard›r:
birisi
cüz’î ve has,
di¤eri
küllî ve âmm. ‹flte Miraç, velâyet-i Ah-
mediyenin (a.s.m.) bütün velâyat›n fevkinde bir külliyet,
bir ulviyet suretinde bir tezahürüdür ki, bütün kâinat›n
Rabbi ismiyle, bütün mevcudat›n Hâl›k’› ünvan›yla Ce-
nab-› Hakk›n sohbetine ve münacat›na müflerrefiyettir.
•
‹kinci Temsil
: Bir adam, elindeki bir âyineyi güne-
fle karfl› tutar. O âyine, kendi miktar›nca bir ›fl›k ve yedi
rengi havi bir ziyay›, bir aksi, flemsten al›r; onun nispe-
tinde güneflle münasebettar olur, sohbet eder. Ve o ›fl›k-
l› âyineyi karanl›kl› hanesine veya dam alt›ndaki küçük,
hususî ba¤›na tevcih etse, güneflin k›ymeti nispetinde de-
¤il, belki o âyinenin kabiliyeti miktar›nca istifade edebilir.
Di¤eri ise, âyineyi b›rak›r, do¤rudan do¤ruya günefle
karfl› ç›kar, haflmetini görür, azametini anlar. Sonra pek
yüksek bir da¤a ç›kar, güneflin pek genifl flaflaa-i saltana-
t›n› görür ve bizzat perdesiz onunla görüflür. Sonra dö-
ner, hanesinden veya ba¤›n›n dam›ndan genifl pencere-
ler açar, gökteki günefle karfl› yollar yapar, hakikî güne-
flin daimî ziyas› ile sohbet eder, konuflur. Ve böylece min-
nettarâne bir sohbet edebilir ve diyebilir: “Ey yeryüzünü
›fl›¤›yla yald›zlayan ve zeminin veçhini ve bütün çiçekle-
rin yüzlerini güldüren dünya güzeli, gök nazdar› olan na-
zenin günefl! Onlar gibi benim haneci¤imi, bahçeci¤imi
›s›nd›rd›n ve ›fl›kland›rd›n—bütün dünyay› ›fl›kland›rd›¤›n
akis:
yans›ma.
âmm:
umumî, genel, herkesi ilgi-
lendiren.
âyine:
ayna.
azamet:
büyüklük, yücelik.
ba¤:
bahçe.
bizzat:
kendisi, flahsen.
Cenab-› Hak:
Hz. Allah.
cüz’î:
küçük.
daimî:
sürekli, devaml›.
dam:
küçük ev, çat›.
fevkinde:
üstünde.
hakikî:
gerçek.
Hâkim-i Ezel ve Ebed:
varl›¤›n›n
bafllang›c› ve sonu olmayan, ezel
ve ebedin hâkimi olan Allah.
Hâl›k:
her fleyi yoktan yaratan,
yarat›c›, Allah.
hane:
ev.
has:
hususî, özel.
haflmet:
ihtiflam, büyüklük.
havi:
içinde bulunduran, içeren.
hususî:
özel, flahsa ait.
iltifat:
ilgi gösterme, de¤er ver-
me.
istifade:
faydalanma, yararlan-
ma.
kabiliyet:
kabul edebilirlik, kapa-
site, yetenek.
kâinat:
yarat›lm›fl olan fleylerin
tamam›.
k›ymet:
de¤er.
küllî:
umumî, bütün, genel.
külliyet:
bütünlük, umumîlik,
tümlük.
mahsus:
ait.
Malikü’l-Mülk-ü Velmelekût:
görünen ve görünmeyen her fle-
yin tek sahibi olan Allah.
mevcudat:
varl›klar.
minnettarâne:
yap›lan bir iyili¤e
karfl› teflekkür hissi tafl›yarak.
Miraç:
Peygamber Efendimizin,
gecesinde Cenab-› Hakk›n huzu-
runa ruhen, cismen, hâlen ç›kma-
s› mu’cizesi.
mükâleme:
karfl›l›kl› konuflma.
münacat:
Allah’a dua etme,
yalvarma.
münasebettar:
ilgili, alâkal›.
müflerrefiyet:
fleref bulma.
nazdar:
nazl›, naz yapan.
nazenin:
nazl›, narin.
nispet:
ölçü, oran.
perde:
engel, örtü.
Rab:
besleyen, yetifltiren,
verdi¤i nimetlerle mahlûkat›
›slah ve terbiye eden Allah.
s›fat:
nitelik, vas›f.
suret:
flekil, biçim.
flaflaa-i saltanat:
saltanat›n
parlakl›¤›.
flems:
günefl.
temsil:
benzetme, örnek.
tevcih etmek:
yöneltmek.
tezahür:
belirme, görünme,
meydana ç›kma.
ulviyet:
ulvîlik, yücelik, yük-
seklik.
ünvan:
isim, nam, ün.
vecih:
cephe, yüz, taraf.
velâyat:
velîlik makam ve
mertebeleri, ermifllik, Allah
dostlu¤u.
velâyet-i Ahmediye:
Pey-
gamberimizin velîli¤i.
yüce:
büyük, ulu, yüksek.
zemin:
yer, yeryüzü.
ziya:
›fl›k.
1.
En yüce s›fatlar Allah’a mahsustur. (Nahl Suresi: 60.)
914 | SÖZLER
O
TUZ
B
‹R‹NC‹
S
ÖZ