eden gayrimütenahi efkâr ve tasavvurat- insaniye, flu
âlem-i flahadetin arkasnda bulunan saadet-i ebediyeye
elini uzatmfl, ona gözünü dikmifl, o tarafa müteveccih
olmufl oldu¤unu ehl-i tahkik görüyor.
flte hiç yalan söylemeyen ftrat ve ftrattaki flu katî ve
fledit ve sarslmaz meyl-i saadet-i ebediye, saadet-i ebedi-
yenin tahakkukuna dair vicdana bir hads-i katî veriyor.
Onuncu Sözün On Birinci Hakikati, bu hakikati gündüz
gibi gösterdi¤inden ksa kesiyoruz.
Altnc Medar:
Rahman- Rahîm olan flu mevcudatn
Sâni-i Zülcemalinin rahmeti, saadet-i ebediyeyi gösteri-
yor. Evet, nimeti nimet eden, nimeti nikmetlikten halâs
eden ve mevcudat, firak- ebedîden hâsl olan vaveylâ-
lardan kurtaran saadet-i ebediyeyi, o rahmetin flenin-
dendir ki, beflerden esirgemesin. Çünkü, bütün nimetle-
rin resi, reisi, gayesi, neticesi olan saadet-i ebediye ve-
rilmezse, dünya öldükten sonra ahiret suretinde dirilmez-
se, bütün nimetler nikmetlere tahavvül ederler. O tahav-
vül ise, bilbedahe ve bizzarure ve umum kâinatn flaha-
detiyle, muhakkak ve meflhut olan rahmet-i lâhiyenin
vücudunu inkâr etmek lâzm gelir. Hâlbuki, rahmet, gü-
neflten daha parlak bir hakikat-i sabitedir.
Bak, rahmetin cilvelerinden ve lâtif âsârndan olan aflk
ve flefkat ve akl nimetlerine dikkat et. E¤er firak- ebedî
ve hicran- lâyezalîye, hayat- insaniye incirar edece¤ini
farz etsen, görürsün ki; o lâtif muhabbet, en büyük bir
musibet olur, o leziz flefkat en büyük bir illet olur, o nu-
ranî akl en büyük bir belâ olur. Demek, rahmet (çünkü
ahiret:
öbür dünya.
âlem-i flahadet:
gözle gördü¤ü-
müz.
âsâr:
eserler.
aflk:
aflr sevgi.
belâ:
musibet, keder, sknt.
befler:
insan.
bilbedahe:
açktan, aflikâr.
bizzarure:
ister istemez, mecbu-
ren.
cilve:
yansma, görünme.
dair:
ait, ilgili.
efkâr:
fikirler, görüfller.
ehl-i tahkik:
gerçe¤i arafltranlar.
farz etmek:
var saymak.
firak- ebedî:
ebedî, sonsuz ayr-
lk.
ftrat:
yaratlfl,.
gaye:
maksat, amaç.
gayrimütenahi:
sonsuz, nihayet-
siz.
hads-i katî:
sezgi, elde edilen ke-
sin bilgi.
hakikat:
gerçek.
hakikat-i sabite:
sabit ve de¤ifl-
mez gerçek.
halâs:
kurtulufl, kurtarma.
hâsl:
meydana gelen.
hayat- insaniye:
insan hayat.
hicran- lâyezalîye:
yok olmayan
ayrlk acs.
illet:
hastalk.
incirar:
sonuçlanma.
kâinat:
evren, yaratlmfl olan
fleylerin tamam.
katî:
kesin.
lâtif:
hofl, güzel.
leziz:
lezzetli.
meflhut:
görünen, bilinen.
mevcudat:
var olan her fley,
mahlûklar.
meyil:
meyil, ilgi, e¤ilim.
muhabbet:
sevgi.
muhakkak:
do¤rulu¤u kesinlefl-
mifl, flüphesiz, mutlak.
musibet:
felâket, belâ.
müteveccih:
yönelen.
netice:
sonuç.
nikmet:
fliddetli ceza, azap.
nimet:
iyilik, lütuf, ihsan, ba¤fl.
nuranî akl:
nurlu, aydnlanmfl
akl.
Rahman- Rahîm:
Rahman ve
Rahîm olan Allah.
rahmet:
acma, merhamet etme,
flefkat gösterme.
rahmet-i lâhiye:
Allahn sonsuz
rahmeti.
res:
bafl, kafa.
saadet-i ebedîye:
sonsuz
mutluluk.
Sâni-i Zülcemal:
sonsuz gü-
zellik sahibi ve her fleyi sa-
natla yapan Allah.
suret:
flekil, biçim.
flahadet:
flahitlik, tanklk.
fledit:
fliddetli.
flefkat:
acyarak ve esirgeye-
rek sevme, sevecenlik.
flen:
özellik, belirleyici nitelik,
gerek.
tahakkuk:
gerçekleflme.
tahavvül:
de¤iflme, baflkalafl-
ma..
tasavvurat- insaniye:
insa-
nn fikir ve düflünceleri.
umum:
bütün, genel.
vaveylâ:
ç¤lk, feryat.
vicdan:
insanda iyiyi kötü-
den, hayr flerden ayrt etme-
ye yardmc olan ahlâkî duy-
gu.
vücut:
varlk.
848 | SÖZLER
Y
RM
D
OKUZUNCU
S
ÖZ