yetmifl mertebeden ziyade ayr› ayr› hüsün ve cemalin ak-
sam›n› gösteriyorlar.
1
@o
øo
«r
Yn
’r
G t
ò n
?n
Jn
h o
¢ùo
Ør
fn
’r
G p
¬«p
¡n
àr
°ûn
J Én
e Én
¡«/
an
h
iflaretinin hakikatini gösteriyorlar.
Hem, Cennette lüzumsuz, k›fl›rl› ve fuzulî maddeler ol-
mad›¤›ndan, ehl-i Cennetin ekl ve flürbünden sonra ka-
zurat› olmad›¤›n›
2
hadis-i flerif beyan ediyor. Madem flu
süflî dünyada, en adî zîhayat olan a¤açlar, çok tegaddi
ettikleri hâlde kazurats›z oluyorlar; en yüksek tabaka-i
hayat olan Cennet ehli neden kazurats›z olmas›n?
•
Sua l
: Ehadis-i flerifede denilmifltir ki: “Baz› ehl-i
Cennete dünya kadar bir yer veriliyor, yüz binler kas›r,
yüz binler huri ihsan ediliyor.”
3
Bir tek adama bu kadar
fleylerin ne lüzumu var, ne ihtiyac› var, nas›l olabilir ve ne
demektir?
El c e va p
: E¤er insan, yaln›z camit bir vücut olsayd›,
veyahut yaln›z mideden ibaret nebatî bir mahlûk olsayd›,
veyahut yaln›z mukayyet, a¤›r ve muvakkat ve basit bir
zat-› cismaniye ve bir cism-i hayvanîden ibaret olsayd›,
öyle çok kas›rlara, çok hurilere lây›k ve malik olmazd›.
Fakat, insan öyle cami bir mu’cize-i kudrettir ki, hatta flu
dünya-i fânîde, flu k›sa bir ömürde, flu inkiflaf etmemifl
baz› letaifinin ihtiyac› cihetiyle bütün dünyan›n saltanat›,
serveti ve lezaizi verilse, belki h›rs› tok olmayacakt›r. Hâl-
buki, ebedî bir dâr-› saadette, nihayetsiz istidada malik,
nihayetsiz ihtiyaçlar lisan›yla, nihayetsiz arzular eliyle ni-
hayetsiz bir rahmetin kap›s›n› çalan bir insan, elbette
ehadiste beyan olunan ihsanat-› ‹lâhiyeye mazhariyeti
adî:
basit, s›radan.
aksam:
k›s›mlar.
beyan:
aç›klama, bildirme.
cami:
birçok farkl› özelli¤i kendi-
sinde bulunduran.
camit:
ruhsuz, cans›z.
cemal:
yüz güzelli¤i.
cihet:
yön.
cism-i hayvanî:
hayvanî beden.
dâr-› saadet:
mutluluk yeri, Cen-
net.
dünya-i fânî:
ölümlü dünya, geçi-
ci dünya.
ebedî:
sonsuz.
ehadis:
hadisler.
ehl-i Cennet:
Cennet ehli; Cen-
nette yaflayanlar.
ekl:
yeme.
fuzulî:
fazladan, gereksiz.
hadis-i flerif:
Peygamberimizin
hadisi.
hakikat:
gerçek.
huri:
Cennet k›z›, Cennet güzeli.
hüsün:
güzellik.
ibaret:
oluflmufl, meydana gel-
mifl.
ihsan:
lütuf, ba¤›fl, verme .
ihsanat-› ‹lâhiye:
Allah’›n ba¤›fl-
lar›, ikramlar›.
inkiflaf:
geliflme, ortaya ç›kma.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
kas›r:
köflk, saray.
kazurat:
pislikler, art›k maddeler.
k›fl›r:
kabuk.
lây›k:
yak›flan.
letaif:
manevî duygular.
lezaiz:
lezzetler.
lisan:
dil.
lüzum:
gereklilik.
lüzumsuz:
gereksiz.
mahlûk:
yarat›k.
malik:
sahip.
mazhariyet:
eriflme, sahip olma.
mertebe:
derece.
mu’cize-i kudret:
Cenab-› Hakk›n
kudretinin mu’cizesi.
mukayyet:
s›n›rl›, kay›tl›.
muvakkat:
geçici.
nebatî:
bitki cinsinden.
nihayetsiz:
sonsuz.
rahmet:
ac›ma, merhamet etme,
esirgeme.
saltanat:
hükümdarl›k, hâkimi-
yet.
sual:
soru.
süflî:
alçak, adî.
flürb:
içme.
tabaka-i hayat:
hayat tabakas›.
tegaddi:
beslenme, g›dalanma.
vücut:
beden, varl›k.
zat-› cismaniye:
cisimden ibaret
varl›k.
zîhayat:
hayat sahibi, canl›lar.
ziyade:
çok, fazla.
1.
Orada canlar›n çekece¤i, gözlerin zevk alaca¤› her fley vard›r. (Zuhruf Suresi: 71.)
2.
Buharî
, Bed’ü’l-Hulk: 8;
Müslim
, Cennet: 17-19;
Tirmizî
, Cennet: 7;
Darimî
, Rikak: 104.
3.
Tirmizî
, Cennet: 17.
814 | SÖZLER
Y
‹RM‹
S
EK‹Z‹NC‹
S
ÖZ