Sözler - page 812

edecek her fleyi, içine koymufltur. fiimdi, iki dost var; be-
raber o ziyafete giderler; bir locada, bir sofrada oturu-
yorlar. Fakat, birisinin kuvve-i zaikas› pek az oldu¤un-
dan, cüz’î zevk al›r; gözü de az görüyor, kuvve-i flamme-
si yok, sanayi-i garibeden anlamaz, harika fleyleri bilmez.
O nüzhetgâh›n binden ve belki milyondan birisini kabili-
yeti nispetinde ancak zevk ederek istifade eder. Di¤eri
ise, bütün zahirî ve bât›nî duygular›, ak›l ve kalp ve his
ve lâtifeleri, o derece mükemmel ve o mertebe inkiflaf
etmifltir ki, o seyrangâhtaki bütün incelikleri, güzellikleri
ve letaifi ve garaibi ayr› ayr› hissedip zevk ederek, ayr›
ayr› lezzet ald›¤› hâlde o dost ile omuz omuzad›r. Ma-
dem, bu karma kar›fl›k, elemli ve darac›k flu dünyada
böyle oluyor; en küçük ile en büyük beraber iken, serâ-
dan Süreyya’ya kadar fark oluyor. Elbette, dâr-› saadet
ve ebediyet olan Cennette, bittarik›levlâ, dost dostu ile
beraber iken, her birisi istidad›na göre sofra-i Rahmanir-
rahîm’den, istidatlar› derecesinde hisselerini al›rlar. Bu-
lunduklar› Cennetler ayr› ayr› da olsa, beraber bulunma-
lar›na mâni olmaz. Çünkü, Cennetin sekiz tabakas› bir-
birinden yüksek olduklar› hâlde, umumun dam› Arfl-›
Azamd›r.
1
Nas›l ki mahrutî bir da¤›n etraf›nda, birbiri
içinde, birbirinden yüksek, kaidesinden zirvesine kadar
surlu daireler bulunsa; o daireler birbirinin üstündedir, fa-
kat birbirinin günefli görmelerine mâni olmaz, birbirin-
den geçebilir, birbirine bakar. Öyle de, Cennetler de bu-
na yak›n bir tarz ile oldu¤u, ehadisin mütenevvi rivayat›
iflaret ediyor.
Arfl-› Azam:
Cenab-› Allah’›n s›-
n›rs›z hâkimiyetinin ve büyüklü-
¤ünün tecelli etti¤i yer.
bât›nî:
görünmeyen, bilinmeyen.
bittarik›levlâ:
en do¤ru ve terci-
he de¤er yol ile.
cüz’î:
az, pek az.
dam:
bir yerin en üst k›sm›.
dâr-› saadet ve ebediyet:
son-
suzluk ve mutluluk yeri.
ehadis:
hadisler.
elem:
üzüntü, s›k›nt›, ac›.
garaip:
flafl›rt›c›, hayret verici fley-
ler.
harika:
eflsiz güzellikte.
his:
duygu.
hisse:
pay.
hissetmek:
alg›lamak
.
inkiflaf:
aç›lma, geliflme.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
istifade:
faydalanma, yararlan-
ma.
kabiliyet:
yetenek, anlay›fl.
kaide:
temel, taban.
kuvve-i flamme:
koku alma duy-
gusu.
kuvve-i zaika:
tat alma duygusu.
lâtife:
manevî duygu.
letaif:
güzellikler.
lezzet:
tat.
loca:
seyirciye mahsus hususî
odac›klar.
mahrutî:
koni fleklinde olan.
mâni:
engel.
mertebe:
derece.
mükemmel:
tam, tamam, eksik-
siz.
mütenevvi:
çeflitli.
nispet:
ölçü, oran.
nüzhetgâh:
seyir ve gezinti yeri.
rivayat:
hadislerin verdi¤i haber-
ler.
sanayi-i garibe:
benzersiz ve
hayranl›k verici sanatlar.
serâdan Süreyya’ya kadar:
yer-
den Ülker y›ld›z›na kadar.
seyrangâh:
e¤lence ve gez-
me yeri.
sofra-i Rahmanirrahîm:
dün-
ya ve ahirette yaratt›klar›na
sonsuz rahmet, flefkat ve
merhametiyle
muamele
eden Allah’›n sofras›.
surlu:
duvarla çevrilmifl yer.
tarz:
flekil.
umum:
genel.
zahirî:
görünen, bilinen.
zevk:
tatma, haz.
zirve:
en tepe.
ziyafet:
ikram için verilen ye-
mek.
1.
Buharî
, Tevhit: 22, Cihad: 4;
Tirmizî
, Cennet: 4;
Müsned
, 1:207, 2:197, 335, 370, 5:316, 321.
812 | SÖZLER
Y
‹RM‹
S
EK‹Z‹NC‹
S
ÖZ
1...,802,803,804,805,806,807,808,809,810,811 813,814,815,816,817,818,819,820,821,822,...1482
Powered by FlippingBook