edecek her fleyi, içine koymufltur. fiimdi, iki dost var; be-
raber o ziyafete giderler; bir locada, bir sofrada oturu-
yorlar. Fakat, birisinin kuvve-i zaikas pek az oldu¤un-
dan, cüzî zevk alr; gözü de az görüyor, kuvve-i flamme-
si yok, sanayi-i garibeden anlamaz, harika fleyleri bilmez.
O nüzhetgâhn binden ve belki milyondan birisini kabili-
yeti nispetinde ancak zevk ederek istifade eder. Di¤eri
ise, bütün zahirî ve bâtnî duygular, akl ve kalp ve his
ve lâtifeleri, o derece mükemmel ve o mertebe inkiflaf
etmifltir ki, o seyrangâhtaki bütün incelikleri, güzellikleri
ve letaifi ve garaibi ayr ayr hissedip zevk ederek, ayr
ayr lezzet ald¤ hâlde o dost ile omuz omuzadr. Ma-
dem, bu karma karflk, elemli ve darack flu dünyada
böyle oluyor; en küçük ile en büyük beraber iken, serâ-
dan Süreyyaya kadar fark oluyor. Elbette, dâr- saadet
ve ebediyet olan Cennette, bittariklevlâ, dost dostu ile
beraber iken, her birisi istidadna göre sofra-i Rahmanir-
rahîmden, istidatlar derecesinde hisselerini alrlar. Bu-
lunduklar Cennetler ayr ayr da olsa, beraber bulunma-
larna mâni olmaz. Çünkü, Cennetin sekiz tabakas bir-
birinden yüksek olduklar hâlde, umumun dam Arfl-
Azamdr.
1
Nasl ki mahrutî bir da¤n etrafnda, birbiri
içinde, birbirinden yüksek, kaidesinden zirvesine kadar
surlu daireler bulunsa; o daireler birbirinin üstündedir, fa-
kat birbirinin günefli görmelerine mâni olmaz, birbirin-
den geçebilir, birbirine bakar. Öyle de, Cennetler de bu-
na yakn bir tarz ile oldu¤u, ehadisin mütenevvi rivayat
iflaret ediyor.
Arfl- Azam:
Cenab- Allahn s-
nrsz hâkimiyetinin ve büyüklü-
¤ünün tecelli etti¤i yer.
bâtnî:
görünmeyen, bilinmeyen.
bittariklevlâ:
en do¤ru ve terci-
he de¤er yol ile.
cüzî:
az, pek az.
dam:
bir yerin en üst ksm.
dâr- saadet ve ebediyet:
son-
suzluk ve mutluluk yeri.
ehadis:
hadisler.
elem:
üzüntü, sknt, ac.
garaip:
flaflrtc, hayret verici fley-
ler.
harika:
eflsiz güzellikte.
his:
duygu.
hisse:
pay.
hissetmek:
alglamak
.
inkiflaf:
açlma, geliflme.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
istifade:
faydalanma, yararlan-
ma.
kabiliyet:
yetenek, anlayfl.
kaide:
temel, taban.
kuvve-i flamme:
koku alma duy-
gusu.
kuvve-i zaika:
tat alma duygusu.
lâtife:
manevî duygu.
letaif:
güzellikler.
lezzet:
tat.
loca:
seyirciye mahsus hususî
odacklar.
mahrutî:
koni fleklinde olan.
mâni:
engel.
mertebe:
derece.
mükemmel:
tam, tamam, eksik-
siz.
mütenevvi:
çeflitli.
nispet:
ölçü, oran.
nüzhetgâh:
seyir ve gezinti yeri.
rivayat:
hadislerin verdi¤i haber-
ler.
sanayi-i garibe:
benzersiz ve
hayranlk verici sanatlar.
serâdan Süreyyaya kadar:
yer-
den Ülker yldzna kadar.
seyrangâh:
e¤lence ve gez-
me yeri.
sofra-i Rahmanirrahîm:
dün-
ya ve ahirette yarattklarna
sonsuz rahmet, flefkat ve
merhametiyle
muamele
eden Allahn sofras.
surlu:
duvarla çevrilmifl yer.
tarz:
flekil.
umum:
genel.
zahirî:
görünen, bilinen.
zevk:
tatma, haz.
zirve:
en tepe.
ziyafet:
ikram için verilen ye-
mek.
1.
Buharî
, Tevhit: 22, Cihad: 4;
Tirmizî
, Cennet: 4;
Müsned
, 1:207, 2:197, 335, 370, 5:316, 321.
812 | SÖZLER
Y
RM
S
EKZNC
S
ÖZ