tutamaz. O âyine ne kadar afla¤ ise, o kadar az görür.
Fakat, o âyine ile yükse¤e çktkça, o âyinenin mukabil
dairesi genifllenir; git gide, bütün iki taraf mesafeyi bir-
den, bir anda tutar. flte flu âyine, flu vaziyette onun irti-
samnda, o mesafelerde cereyan eden hâlât birbirine
mukaddem muahhar, muvafk muhalif denilmez.
flte,
kader, ilm-i ezelîden oldu¤u için; ilm-i ezelî, hadi-
sin tabiriyle, manzar- âlâdan, ezelden ebede kadar her
fley, olmufl ve olacak, birden tutar, ihata eder bir ma-
kam- âlâdadr.
Biz ve muhakematmz, onun haricinde
olamaz ki, mazi mesafesinde bir âyine tarznda olsun.
Beflincisi
: Kader, sebeple müsebbebe bir taallûku
var. Yani, flu müsebbep, flu sebeple vukua gelecek. Öyle
ise, denilmesin ki, Madem filân adamn ölmesi, filân va-
kitte mukadderdir; cüz-i ihtiyaryla tüfek atan adamn ne
kabahati var? Atmasayd, yine ölecekti?
Sua l
: Niçin denilmesin?
E l c ev ap
: Çünkü, kader onun ölmesini onun tüfe¤iy-
le tayin etmifltir. E¤er onun tüfek atmamasn farz etsen,
o vakit kaderin adem-i taallûkunu farz ediyorsun. O va-
kit ölmesini ne ile hükmedeceksin? Ya Cebrî gibi, sebe-
be ayr, müsebbebe ayr birer kader tasavvur etsen, ve-
yahut Mutezile gibi, kaderi inkâr etsen, Ehl-i Sünnet ve
Cemaati brakp frka-i dâlleye girersin. Öyle ise, biz
ehl-i hak deriz ki, Tüfek atmasayd, ölmesi bizce meç-
hul. Cebrî der: Atmasayd yine ölecekti. Mutezile der:
Atmasayd ölmeyecekti.
adem-i taallûk:
alâkaszlk, alâ-
kas bulunmama.
âyine:
ayna.
Cebrî:
Cebriye frkasndan olan.
cereyan:
olma, meydana gelme.
cüz-i ihtiyarî:
seçim gücü, irade,
diledi¤i gibi hareket edebilme ka-
biliyeti.
ebed:
sonu olmayan gelecek za-
man, sonsuzluk.
ehl-i hak:
hak yolunda olan; ehl-
i sünnet.
ehl-i sünnet ve cemaat:
slâm
ilk günkü safl¤yla kabul edip, Hz.
Peygamberin sünnetinden ve yo-
lundan ayrlmayanlar.
ezel:
bafllangc olmayan geçmifl
zaman.
farz etme:
var sayma.
filân:
ismi belli olmayan özel is-
min yerini tutar.
frka-i dâlle:
hak yoldan ayrlmfl
topluluk.
hadis:
Peygamberimizin sözü,
emir ve hareketi.
hâlât:
hâller, durumlar.
hariç:
dflnda.
hükmetmek:
karar vermek.
ihata:
kuflatma.
ilm-i ezelî:
Cenab- Hakkn son-
suz ezelî ilmi.
inkâr:
reddetme, inanmama.
irtisam:
resmolma, resimleme.
kabahat:
suç.
kader:
Cenab- Hakkn her fleyi
olmadan önce takdir etmesi,
plânlamas.
makam- âlâ:
en yüksek, yüce ve
kudsî makam.
manzar- âlâ:
en yüce ve kudsî
bakfl yeri.
mazi:
geçmifl zaman.
meçhul:
bilinmeyen.
mesafe:
uzaklk.
muahhar:
sonra olan, sonraki.
muhakemat:
düflünmeler, akl
yürütmeler.
muhalif:
aykrlk gösteren, uy-
mayan.
mukabil:
karfl, karfllk.
mukaddem:
zaman bakmn-
dan önde olan, önceki.
mukadder:
Allah tarafndan
ezelde takdir olunmufl.
Mutezile:
Emevîler devrinde
ortaya çkan, meseleleri srf
aklla izaha çalflan, aklî esas-
lara dayanarak kul, fiilinin ya-
ratcsdr demekle kaderi in-
kâr yoluna giden ve hak mez-
heplerden ayrlan itikadî bir
frka.
muvafk:
uygun.
müsebbep:
sebep olunarak
meydana getirilen.
sual:
soru.
taallûk:
alâka, ilgi.
tabir:
ifade, söz.
tarz:
flekil, biçim.
tasavvur:
zihinde flekillendir-
me, tasarlama.
tayin:
belirleme, belirli klma.
vakit:
zaman.
vaziyet:
durum, durufl.
vuku:
meydana gelme.
758 | SÖZLER
Y
RM
A
LTINCI
S
ÖZ