yani, hâb-› rahat›na geceyi örtü, gündüzü maifletlerine ti-
caretgâh hükmünde teshir etmifltir.
‹flte bu niam-› ‹lâhiyeyi tadat ettikten sonra, insana
verilen nimetlerin ne kadar genifl bir dairesi oldu¤unu
gösterip, o dairede de ne derece hadsiz nimetler dolu
oldu¤unu flu,
1
Én
gƒo
°ür
ëo
J $G n
ân
ªr
©p
f Ght
óo
©n
J r
¿p
Gn
h o
?ƒo
ªo
à r
dn
É°n
S Én
e pq
?o
c
r
øp
e r
ºo
µ
«'
J'
Gn
h
fezleke ile gösterir. Yani, istidat ve ihtiyac-› f›trî lisan›yla
insan ne istemiflse, bütün verilmifl. ‹nsana olan nimet-i
‹lâhiye, tadat ile bitmez tükenmez. Evet, insan›n madem
bir sofra-i nimeti semavat ve arz ise ve o sofradaki ni-
metlerden bir k›sm› flems, kamer, gece, gündüz gibi fley-
ler ise, elbette insana müteveccih olan nimetler had ve
hesaba gelmez.
Ye d i n c i s › r r - › b e l âga t :
Kâh oluyor ki, ayet, za-
hirî sebebi icad›n kabiliyetinden azletmek ve uzak göster-
mek için, müsebbebin gayelerini, semerelerini gösteri-
yor. Tâ anlafl›ls›n ki, sebep yaln›z zahirî bir perdedir.
Çünkü, gayet hakîmâne gayeleri ve mühim semereleri
irade etmek, gayet Alîm, Hakîm birinin ifli olmak lâz›m-
d›r. Sebebi ise, fluursuz, camittir.
Hem, semere ve gayetini zikretmekle, ayet gösteriyor
ki, sebepler çendan nazar-› zahirîde ve vücutta müsebbe-
bat ile muttas›l ve bitiflik görünür; fakat, hakikatte ma-
beynlerinde uzak bir mesafe var. Sebepten müsebbebin
icad›na kadar o derece uzakl›k var ki, en büyük bir se-
bebin eli, en edna bir müsebbebin icad›na yetiflemez.
Alîm:
her fleyi hakk›yla bilen Al-
lah.
arz:
yeryüzü, dünya.
ayet:
Kur’ân’›n her bir cümlesi.
azletmek:
vazifesine son ver-
mek, ay›rmak.
camit:
cans›z.
çendan:
gerçi.
daire:
manevî bir emrin hükmü-
nün cari oldu¤u yer.
derece:
miktar.
edna:
en küçük, adî, basit.
gaye:
maksat.
gayet:
netice.
hâb-› rahat:
rahat ve tasas›z uy-
ku.
hadsiz:
s›n›rs›z.
hakikat:
gerçek.
Hakîm:
her fleyi hikmetle yara-
tan Allah.
hakîmâne:
hikmetli bir flekilde.
icat:
vücuda getirme, yaratma.
ihtiyac-› f›trî:
yarat›l›fltan gelen
ihtiyaç.
irade:
dileme, isteme.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
kabiliyet:
yetenek, iktidar.
kâh:
bazen.
kamer:
ay.
k›s›m:
parça.
lâz›m:
gerekli.
lisan:
dil.
mabeyn:
aras›.
maiflet:
geçinme.
mesafe:
uzakl›k.
muttas›l:
bitiflik.
mühim:
önemli.
müsebbebat:
sebeplerle meyda-
na gelenler, sebeplerin sonuçlar›.
müsebbep:
sebep olunan fley,
sonuç.
müteveccih:
yönelik, yönelen.
nazar-› zahirî:
d›fla dönük bak›fl.
niam-› ‹lâhiye:
Allah’›n nimetleri.
nimet:
Allah’›n ba¤›fllad›¤› maddî
ve manevî lütuf ve ikramlar.
nimet-i ‹lâhiye:
Allah’›n nimeti.
perde:
örtü.
sebep:
vas›ta
semavat:
gökler.
semere:
meyve.
s›rr-› belâgat:
belâgat s›rr›.
sofra-i nimet:
nimet sofras›.
flems:
günefl.
fluursuz:
bilinçsiz, idraksiz.
tadat:
sayma.
teshir:
emrine itaat ettirme.
ticaretgâh:
ticaret yeri.
vücut:
varl›k.
zahirî:
görünen, görünürde.
zikir:
anma, bildirme.
1.
O, sözünüz ve hâlinizle istedi¤iniz her fleyden size verdi. Allah’›n nimetlerini saymaya kalk-
san›z saymakla bitiremezsiniz. (‹brahim Suresi: 34.)
684 | SÖZLER
Y
‹RM‹
B
Efi‹NC‹
S
ÖZ