‹flte sebep ve müsebbep ortas›ndaki uzun mesafede es-
ma-i ‹lâhiye birer y›ld›z gibi tulû eder. Matlâlar›, o mesa-
fe-i maneviyedir. Nas›l ki zahir nazarda da¤lar›n daire-i
ufkunda seman›n etekleri muttas›l ve mukarin görünür.
Hâlbuki, daire-i ufk-u cibalîden seman›n ete¤ine kadar
umum y›ld›zlar›n matlâlar› ve baflka fleylerin meskenleri
olan bir mesafe-i azîme bulundu¤u gibi; esbap ile müseb-
bebat mabeyninde, öyle bir mesafe-i maneviye var ki,
iman›n dürbünüyle, Kur’ân’›n nuruyla görünür.
Meselâ:
¢n
Vr
Qn
’r
G Én
ær
?n
?n
°T s
º o
K
@
É v
Ñ°n
U n
A n
BÉŸr
G n
Éær
Ñn
Ñ°n
U És
fn
G
@
/
¬p
eÉn
© n
W '
‹p
G o
¿Én
°ùr
fp
’r
G p
ôo
¶r
æn
«r
?n
a
@ k
Ór
în
fn
h Ék
fƒ o
àr
jn
Rn
h @ Ék
Ñ°r
†n
bn
h Ék
Ñn
æp
Yn
h @ É v
Ñ` n
MÉn
¡«/
a Én
ær
àn
Ñr
fn
Én
a @ É v
?n
°T
1
@ r
ºo
µp
eÉn
©r
fn
’ n
h r
º o
µ
n
d Ék
YÉn
àn
e @ É v
Hn
Gn
h k
án
¡p
cÉn
an
h @ É k
Ñ r
?o
Z n
?p
F B G n
ón
Mn
h
‹flte flu ayet-i kerîme, mu’cizat-› kudret-i ‹lâhiyeyi bir
tertib-i hikmetle zikrederek esbab› müsebbebata rapte-
dip, en ahirde
2
r
º o
µ
n
d Ék
YÉn
àn
e
lâfz›yla bir gayeyi gösterir ki;
o gaye, bütün o müteselsil esbap ve müsebbebat içinde
o gayeyi gören ve takip eden gizli bir mutasarr›f bulun-
du¤unu; ve o esbap, Onun perdesi oldu¤unu ispat eder.
Evet,
3
r
ºo
µp
eÉn
©r
fn
’ p
n
h r
ºo
µ n
d Ék
YÉn
àn
e
tabiriyle, bütün esbab› icat
kabiliyetinden azleder, manen der: “Size ve hayvanat›n›-
za r›zk› yetifltirmek için, su semadan geliyor. O suda, si-
ze ve hayvanat›n›za ac›y›p, flefkat edip, r›z›k yetifltirmek
SÖZLER | 685
Y
‹RM‹
B
Efi‹NC‹
S
ÖZ
ahir:
son.
ayet-i kerîme:
Kur’ân’›n ayeti.
azil:
ay›rma, uzaklaflt›rma.
daire-i ufk-u cibalî:
da¤›n ufuk
dairesi, çizgi.
daire-i ufuk:
görüfl alan›.
dürbün:
uza¤› gösteren alet.
esbap:
sebepler.
esma-i ‹lâhiye:
Allah’›n isimleri.
gaye:
maksat.
hayvanat:
hayvanlar.
icat:
yaratma.
iman:
inanç.
ispat:
kan›tlama.
kabiliyet:
yetenek.
lâf›z:
söz, kelime.
mabeyn:
aras›.
manen:
mana itibar›yla.
matlâ:
do¤ufl yeri.
mesafe:
ara, uzakl›k.
mesafe-i azîme:
büyük uzakl›k.
mesafe-i maneviye:
manevî
uzakl›k.
meselâ:
misal olarak.
mesken:
oturulacak yer.
mu’cizat-› kudret-i ‹lâhiye:
Al-
lah’›n kudretinin mu’cizeleri.
mukarin:
beraber, yak›n olan.
mutasarr›f:
her fleyi kendi istek
ve arzular›na göre idare eden.
muttas›l:
bitiflik.
müsebbebat:
sebeple meydana
ç›kanlar, sonuçlar.
müsebbep:
sebep olunan fley,
sonuç.
müteselsil:
zincirleme.
nazar:
bak›fl.
nur:
›fl›k.
perde:
örtü.
rapt:
ba¤lama.
r›z›k:
yiyecek, içecek fley.
sebep:
vas›ta.
sema:
gökyüzü.
flefkat:
ac›yarak ve esirgeyerek
sevme.
tabir:
söz.
takip:
arkas›nda gitmek, gözet-
mek, araflt›rmak.
tertib-i hikmet:
hikmetli düzen-
leme.
tulû:
do¤ma.
umum:
bütün.
zahir:
görünen.
zikir:
anma.
1.
‹nsan, yediklerine bir baks›n. • Biz suyu bol bol indirdik. • Topra¤› yard›kça yard›k. • On-
dan daneler • üzümler ve sebzeler, • zeytinlikler ve hurmal›klar, • bol a¤açl› bahçeler, • çe-
flit çeflit meyveler ve otlar bitirdik. • Size ve hayvanlar›n›za r›z›k olsun diye. (Abese Suresi: 24-
32.)
2.
Size r›z›k olsun diye. (Abese Suresi: 32.)
3.
Size ve hayvanlar›n›za r›z›k olsun diye. (Abese Suresi: 32.)
p