Evet, Kâinat›n Hâl›k›ndan baflka kim var ki, bu dere-
ce kâinat ve Hâl›k-› Kâinat‘lâ ciddî alâkadar bir muhabe-
reyi yapabilsin, hadsiz derece haddinden ç›k›p Hâl›k-›
Zülcelâl’i kendi keyfiyle söylefltirsin, kâinat› do¤ru olarak
konufltursun.
Evet, Kur’ân’da, Kâinat Sâniinin pek ciddî ve hakikî
ve ulvî ve hak olarak konuflmas› ve konuflturmas› görü-
nüyor. Taklidi ima edecek hiçbir emare bulunmuyor. O
söyler ve söylettirir. Farz-› muhal olarak, Müseylime gibi
hadsiz derece haddinden ç›k›p taklitkârâne o izzet ve ce-
berut sahibi olan Hâl›k-› Zülcelâl’ini kendi fikriyle konufl-
turup ve kâinat› onunla konufltursa, elbette binler taklit
emareleri ve binler sahtekârl›k alâmetleri bulunacakt›r.
Çünkü, en pest bir hâlinde, en yüksek tavr› tak›nanlar›n
her hâleti taklitçili¤ini gösterir. ‹flte flu hakikati kasem ile
ilân eden,
@ …'
ƒn
ZÉn
en
h r
ºo
µo
Ñp
MÉn
°U s
?°n
V Én
e @ …'
ƒn
g Gn
Pp
G p
ºr
és
ædGn
h
1
?'
Mƒo
j l
»r
Mn
h s
’p
G n
ƒo
g r
¿p
G @ …'
ƒn
¡r
dG p
øn
Y o
?p
£r
æn
jÉn
en
h
’ya bak, dikkat
et...
Üçüncü fiua
Kur’ân-› Mu’cizülbeyan’›n ihbarat-› gaybiyesi ve her
as›rda flebabiyetini muhafaza etmesi ve her tabaka insa-
na muvaf›k gelmesiyle hâs›l olan i’cazd›r.
fiu fiua›n Üç Cilvesi var.
SÖZLER | 653
Y
‹RM‹
B
Efi‹NC‹
S
ÖZ
izzet:
fleref, yücelik.
kâinat:
bütün âlemler, varl›klar;
yarat›lm›fl her fley
kasem:
yemin.
Kur’ân-› Mu’cizülbeyan:
aç›kla-
malar›yla ak›llar› benzerini yap-
maktan âciz b›rakan Kur’ân-› Ke-
rîm.
muhabere:
haberleflme.
muhafaza:
koruma.
muvaf›k:
uygun, yerinde, denk.
pest:
alçak, afla¤›.
Sâni:
her fleyi sanatl› olarak yara-
tan Allah.
flebabiyet:
gençlik, tazelik.
flua:
›fl›n, ›fl›k teli.
tabaka:
s›n›f, k›s›m.
taklit:
benzetmeye çal›flma.
taklitkârâne:
taklit ederek.
tav›r:
davran›fl.
ulvî:
yüce.
alâkadar:
ilgili, alâkal›.
alâmet:
iz, iflaret.
as›r:
yüzy›l, devir
ceberut:
büyüklük ve hafl-
met.
cilve:
tecelli, görünme.
emare:
iflaret, belirti.
emare:
iflaret, iz.
farz-› muhal:
olmayacak fleyi
olacakm›fl gibi düflünme.
fikir:
düflünce.
had:
yetki, de¤er.
haddinden ç›kmak:
yetkisi
d›fl›nda bir fley yapmak.
hadsiz:
s›n›rs›z
hakikat:
gerçek.
hakikî:
gerçek, do¤ru.
hâlet:
hâl, durum.
Hâl›k:
her fleyi yoktan yara-
tan Allah.
Hâl›k-› Kâinat:
kâinat›n yara-
t›c›s› Allah.
Hâl›k-› Zülcelâl:
sonsuz celâl
sahibi yarat›c› olan Allah.
hâs›l:
ortaya ç›kan, beliren.
i’caz:
mu’cizelik, harika olufl.
ihbarat-› gaybiye:
gayptan
haber vermeler.
ilân:
aç›klama.
ima:
iflaret.
1.
Kayan y›ld›za yemin olsun • ki, Peygamberiniz ne flaflt›, ne de bat›la inand›. • O kendi key-
fine göre de konuflmaz. • O ancak kendisine vahyolunan› söyler. (Necm Suresi: 1-4.)