bir bostan› ve seman›n yüz örtüsü olan bulutlar Onun
bostan›nda bir süngerdir anlar, azamet-i kudretine secde
eder.
Ve muhakkik bir hakîme, o kelime flöyle ifham eder
ki: Bidayet-i hilkatte sema ve arz flekilsiz birer küme ve
menfaatsiz birer yafl hamur, veletsiz, mahlûkats›z toplu
birer madde iken, Fât›r-› Hakîm, onlar› fetih ve bast edip
güzel bir flekil, menfaattar birer suret, ziynetli ve kesret-
li mahlûkata menfle etmifltir anlar, vüs’at-i hikmetine kar-
fl› hayran olur.
Yeni zaman›n feylesofuna flu kelime flöyle ifham eder
ki: Manzume-i fiemsiyeyi teflkil eden küremiz, sair seyya-
reler, bidayette güneflle mümteziç olarak aç›lmam›fl bir
hamur fleklinde iken, Kadîr-i Kayyum, o hamuru aç›p, o
seyyareleri birer birer yerlerine yerlefltirerek, günefli ora-
da b›rak›p zeminimizi buraya getirerek, zemine toprak
sererek, sema canibinden ya¤mur ya¤d›rarak, güneflten
ziya serptirerek dünyay› flenlendirip, bizleri içine
koymufltur anlar, bafl›n› tabiat batakl›¤›ndan ç›kar›r,
1
p
ón
Mn
’r
G p
óp
MGn
ƒ r
dG $Ép
H o
âr
æ`n
e'
G
der.
• Meselâ,
2
Én
¡ n
d mq
ôn
?n
à°r
ùo
ªp
d …/
ôr
é
n
J
¢ o
ùr
ª°s
ûdGn
h
’daki
lâm
, hem
kendi manas›n›, hem fî manas›n›, hem ilâ manas›n› ifa-
de eder. ‹flte,
3
mq
ôn
?n
à°r
ùo
ªp
d
’in lâm’›:
Avam o
lâm
’›
ilâ
manas›nda görüp fehmeder ki: “Size
nispeten ›fl›k verici, ›s›nd›r›c› müteharrik bir lâmba olan
arz:
yeryüzü.
avam:
kaba ve cahil halk tabaka-
s›.
azamet-i kudret:
kudretin bü-
yüklü¤ü.
bast:
yayma.
bidayet:
bafllangݍ.
bidayet-i hilkat:
yarat›l›fl›n bafl-
lang›c›.
bostan:
bahçe.
canip:
yön, taraf.
Fât›r-› Hakîm:
her fleyi bir mak-
sada uygun ve benzersiz bir fle-
kilde yaratan Allah.
fehim:
anlama.
fetih:
açma.
feylesof:
filozof, felsefe ile u¤ra-
flan düflünür.
fî:
içinde, -de, -da.
hakîm:
hikmet sahibi, bilge.
hayran:
hayrette kal›p çok be¤e-
nen.
ifade:
anlatma, bildirme.
ifham:
anlatma.
ilâ:
... ye, ... ye kadar.
iman:
inanma, kabul etme.
Kadîr-i Kayyum:
ezelden ebede
kadar var olan, bütün varl›k âle-
mini uyum içinde ayakta ve bir
arada tutan, sonsuz kudret sahibi
Allah.
kesret:
çokluk, s›kl›k.
küre:
dünya.
lâm:
Arap alfabesinde bir harf.
mahlûkat:
Allah taraf›ndan yara-
t›lanlar, yarat›klar.
mana:
anlam.
manzume-i flemsiye:
günefl sis-
temi.
menfaat:
fayda, yarar.
menfaattar:
menfaatli, faydal›,
yararl›.
menfle:
kaynak, bir fleyin ç›kt›¤›
yer.
meselâ:
örnek olarak.
muhakkik:
gerçe¤i araflt›r›p bu-
lanlar.
mümteziç:
birleflik, kaynaflm›fl,
kar›flm›fl.
müteharrik:
hareketli.
nispeten:
k›yasla, oranla, gö-
re.
sair:
di¤er, baflka.
secde:
sayg› içinde bafl e¤me.
sema:
gökyüzü.
seyyare:
gezegen.
s›fat:
nitelik, vas›f.
suret:
biçim, flekil.
flen:
göze ve gönüle hofl gö-
rünen hâl.
tabiat batakl›¤›:
Allah’› inkâr
edenlerin yarat›c› bir güç ola-
rak gördükleri içinde yaflad›-
¤›m›z do¤a ve madde âlemi.
tayin etme:
bir fleyin yerini
belirleme.
teflkil:
oluflturma, meydana
getirme.
velet:
çocuk.
vüs’at-i hikmet:
hikmetin
geniflli¤i.
Zat:
büyüklük ve yücelik sa-
hibi Allah.
zemin:
yeryüzü.
ziya:
›fl›k.
ziynet:
süs.
1.
Zat›nda, s›fatlar›nda tek ve bir olan Allah’a iman ettim.
2.
Günefl de kendisine tayin edilmifl bir yere do¤ru ak›p gider. (Yâsin Suresi: 38.)
3.
Tayin edilmifl bir yere do¤ru.
634 | SÖZLER
Y
‹RM‹
B
Efi‹NC‹
S
ÖZ