kurtulmak için, ya ondan veya k›rktan birisini kendi fa-
kirlerine vermek a¤›r bir fley midir ki, emr-i zekât› a¤›r
görüp ‹slâmiyetten çekiniyorlar? Bunlar›n tekzipleri
ehemmiyetsiz olmakla beraber; haklar› tokatt›r, cevap
vermek de¤il.
1
n
¿ƒo
Ño
à`r
µn
j r
ºo
¡n
a o
Ör
«n
¨r
dG o
ºo
gn
ór
æp
Y r
?n
G
Veyahut, gaybaflinal›k da-
va eden Budeîler gibi ve umur-u gaybiyeye dair tahmin-
lerini yakîn tahayyül eden ak›lfürufllar gibi, senin gaybî
haberlerini be¤enmiyorlar m›? Gaybî kitaplar› m› var ki,
senin gaybî kitab›n› kabul etmiyorlar? Öyle ise, vahye
mazhar resullerden baflka kimseye aç›lmayan ve kendi
bafl›yla ona girmeye kimsenin haddi olmayan âlem-i
gayp kendi yanlar›nda haz›r, aç›k tahayyül edip, ondan
malûmat alarak yaz›yorlar hülyas›nda bulunuyorlar. Böy-
le, haddinden hadsiz tecavüz etmifl ma¤rur hodfürufllar›n
tekzipleri, sana fütur vermesin. Zira, az bir zamanda se-
nin hakikatlerin onlar›n hülyalar›n› zirüzeber edecek.
2
n
¿ho
ó«/
µ` n
Ÿr
G o
ºo
g Gho
ôn
Øn
c n
øj/
ò s
dÉn
a Gk
ór
«n
c n
¿ho
ój /
ôo
j r
?n
G
Veyahut, f›t-
ratlar› bozulmufl, vicdanlar› çürümüfl flarlatan münaf›klar,
dessas z›nd›klar gibi, ellerine geçmeyen hidayetten halk-
lar› aldat›p çevirmek, hile edip döndürmek mi istiyorlar
ki, sana karfl› kâh kâhin, kâh mecnun, kâh sahir deyip,
kendileri dahi inanmad›klar› hâlde baflkalar›n› inand›r-
mak m› istiyorlar? Böyle, hilebaz flarlatanlar› insan say›p
desiselerinden, inkârlar›ndan müteessir olarak, fütur
getirme. Belki, daha ziyade gayret et. Çünkü, onlar
kendi nefislerine hile ederler, kendilerine zarar ederler.
SÖZLER | 627
Y
‹RM‹
B
Efi‹NC‹
S
ÖZ
hadsiz:
s›n›rs›z.
hakikat:
gerçek, do¤ru.
halk:
insanlar.
hidayet:
do¤ru yol olan ‹slâmi-
yet.
hile:
sahtekârl›k, aldatmak için
yap›lan fley.
hilebaz:
hile yapan.
hodfürufl:
kendini be¤enen ve
be¤endirmeye çal›flan, övünen.
hülya:
kuruntu, hayal.
inkâr:
kabul etmeme, inanma-
ma.
‹slâmiyet:
semavî dinlerin so-
nuncusu.
kâh:
bazen.
kâhin:
kar›fl›k ve tahminî sözlerle
gelecekten ve bilinmeyenden ha-
ber verdi¤i söylenen kimse.
ma¤rur:
gururlu.
malûmat:
bilgiler.
mazhar:
flereflenme.
mecnun:
deli.
münaf›k:
inanmad›¤› hâlde inan›r
gibi görünen, ara bozucu.
müteessir:
üzülmüfl, hüzünlü, ke-
derli.
nefis:
kendi, flahs›.
resul:
Allah’›n elçisi, peygamber.
sahir:
sihirbaz, büyücü.
flarlatan:
yalanc›, aldat›c›, sahte-
kâr.
tahayyül:
hayal etme, hayalinde
canland›rma.
tahmin:
gelecek bir fleyi, olay›
kestirme.
tecavüz:
s›n›r› aflma.
tekzip:
yalanlama.
umur-u gaybiye:
Allah’›n ve
Onun bildirdi¤i kiflilerin d›fl›nda
hiç kimsenin bilmedi¤i ifller.
vahiy:
Cenab-› Hakk›n diledi¤i
hükümleri, s›rlar› ve hakikatleri
peygamberlere bildirmesi.
veyahut:
yahut, ya da.
vicdan:
iyiyi kötüden ay›rabilen,
iyilik etmekten lezzet duyan ve
kötülükten elem alan manevî bir
duygu.
yakîn:
flüphesiz ve kesin olarak
bilme.
z›nd›k:
Allah’› inkâr eden, dinsiz.
zira:
çünkü.
zirüzeber:
altüst, darmada¤›n›k.
ziyade:
çok, fazla.
ak›lfürufl:
ak›l satan.
âlem-i gayp:
gayp âlemi, bi-
linmeyen, görünmeyen âlem-
ler.
Budeî:
Budizme inanan, Bu-
dist.
dair:
alâkal›, ilgili.
dava:
iddia.
desise:
aldatmaca.
dessas:
aldat›c›, hile yapan.
ehemmiyet:
önem, k›ymet,
de¤er.
emr-i zekât:
zekât emri.
f›trat:
yarat›l›fl, yarat›l›flla ge-
len özellik.
fütur:
gevfleklik, bezginlik,
usanç.
gaybaflina:
gayb› bilen, gele-
cekten ve ahiretten haber ve-
ren.
gaybî:
bilinmeyene, görün-
meyene ait.
gayp:
his ve akl›n ötesinde
kalan, insan taraf›ndan kavra-
namayan.
gayret:
çal›flma, çabalama.
had:
s›n›r; yetki.
1.
Yoksa gayb›n ilmi onlar›n yan›nda da oradan m› al›p yaz›yorlar? (Tur Suresi: 41.)
2.
Yoksa sana bir tuzak m› kurmak istiyorlar? Fakat o kâfirler tuza¤a düflecek olanlar›n tâ
kendileridir. (Tur Suresi: 42.)