1
B Gn
ò'
¡p
H r
ºo
¡o
en
Ór
Mn
G r
ºo
go
ôo
e r
Én
J r
?n
G
Yahut, acaba ak›llar›na güve-
nen ak›ls›z feylesoflar gibi, ‘Akl›m›z bize yeter’ deyip sa-
na ittibadan istinkâf m› ederler? Hâlbuki, ak›l ise sana it-
tiba› emreder. Çünkü, bütün dedi¤in makuldür; fakat ak›l
kendi bafl›yla ona yetiflemez.
2
n
¿ƒo
ZÉ n
W l
?r
ƒn
b r
ºo
g r
?n
G
Yahut, inkârlar›na sebep, ta¤î zalim-
ler gibi, Hakka serfüru etmemeleri midir? Hâlbuki, mü-
tecebbir zalimlerin rüesalar› olan Firavunlar›n, Nemrutla-
r›n ak›betleri malûmdur.
3
n
¿ƒo
æp
erD
ƒo
j n
’ r
?n
H o
¬n
d s
ƒn
?n
J n
¿ƒ o
dƒo
?n
j r
?n
G
Veyahut yalanc›, vicdans›z
münaf›klar gibi, ‘Kur’ân senin sözlerindir’ diye seni itti-
ham m› ediyorlar? Hâlbuki, tâ flimdiye kadar ‘Muham-
medü’l-Emin’ diyerek içlerinde seni en do¤ru sözlü bili-
yorlard›. Demek onlar›n imana niyetleri yoktur. Yoksa
Kur’ân’›n âsâr-› befleriye içinde bir nazirini bulsunlar.
4
m
Ar
?n
T p
ôr
«n
Z r
øp
e Gƒo
?p
?o
N r
?n
G
Veyahut, kâinat› abes ve gayesiz
itikat eden felâsife-i abesiyyun gibi, kendilerini bafl› bofl,
hikmetsiz, gayesiz, vazifesiz, hâl›ks›z m› zannediyorlar?
Acaba gözleri kör olmufl, görmüyorlar m› ki, kâinat bafl-
tan afla¤›ya kadar hikmetlerle müzeyyen ve gayelerle
müsmirdir; ve mevcudat, zerrelerden günefllere kadar,
vazifelerle muvazzaft›r ve evamir-i ‹lâhiyeye musahhar-
lard›r.
SÖZLER | 623
Y
‹RM‹
B
Efi‹NC‹
S
ÖZ
yarat›c›s›z oldu¤una inanan felse-
feciler
feylesof:
sadece ak›lla her fleyin
halledilebilece¤ini iddia eden filo-
zof.
Firavun:
bkz. fiah›s Bilgileri.
gaye:
hedef, amaç; netice, sonuç.
güruh:
topluluk.
Hak:
Allah.
hâl›k:
yarat›c›.
hikmet:
belirli gayelere yönelik,
faydal› ve yerli yerinde olufl.
iman:
inanma, kabul etme.
inkâr:
inanmama, kabul etme-
me.
istinkâf:
yüz çevirme, kabul et-
meme.
itikat:
inanmak, inanç.
ittiba:
kabul edip arkas›ndan git-
me, uyma.
ittiham:
suçlama.
kâinat:
bütün âlemler, varl›klar.
Kur’ân:
Allah taraf›ndan vahiy
yoluyla Hz. Muhammed’e indiril-
mifl, semavî kitaplar›n sonuncu-
su.
makul:
akla uygun.
malûm:
bilinen.
mevcudat:
var olan her fley.
Muhammedü’l-Emin:
her bak›m-
dan güvenilir olan Peygamberi-
miz (a.s.m.).
musahhar:
emir dinleyen, itaat
eden.
muvazzaf:
vazifeli, görevli.
münaf›k:
inanmad›¤› hâlde inan›r
gibi görünen, ara bozucu.
müsmir:
meyve veren.
mütecebbir:
zor kullanan; bü-
yüklenen.
müzeyyen:
süslenmifl.
nazir:
benzer, efl.
Nemrut:
bkz. fiah›s Bilgileri.
niyet:
bir fleyi düflünerek yapma-
ya karar verme.
rüesa:
reisler.
serfüru:
bafl e¤me, itaat.
s›rf:
büsbütün, sadece.
flair:
fliir yazan.
ta¤î:
azg›n, asi.
vazife:
görev.
veyahut:
yahut, ya da.
vicdanen:
iyiyi kötüden ay›rabi-
len, iyilik etmekten lezzet duyan
ve kötülükten elem alan manevî
duygu bak›m›ndan.
yahut:
ya da.
zalim:
haks›zl›k ve kötülük yapa-
rak zarar veren.
zan:
sanma.
zerre:
maddenin en küçük parça-
s›, atom.
abes:
bofl, manas›z, hikmet-
siz.
ak›bet:
bir fleyin sonu.
âsâr-› befleriye:
insanlar›n
eserleri.
evamir-i ‹lâhiye:
Allah’›n
emirleri.
felâket:
musibet, yok edici
büyük belâ.
felâsife-i abesiyyun:
kâinat›n
ve hâdiselerin bafl›bofl, fayda-
s›z, gayesiz, kendi kendine,
1.
Onlar ak›llar›n› kullanarak m› bunu söylüyorlar? (Tur Suresi: 32.)
2.
Yoksa onlar s›rf bir azg›nlar güruhu mudur? (Tur Suresi: 32.)
3.
Yahut Kur’ân’› kendisi mi uydurdu diyorlar? Do¤rusu onlar›n iman etmeye niyetleri yoktur.
(Tûr Suresi: 33.)
4.
Yoksa onlar bir yarat›c› olmaks›z›n m› yarat›ld›lar? (Tur Suresi: 35.)