‹flte ekseriyetle üslûb-u Kur’ân’›n geçen tarzlarda ulvî
ve parlak oldu¤undand›r ki, bazen bir bedevî Arap bir
tek kelâma meftun olur, Müslüman olmadan secdeye gi-
derdi. Bir bedevî
1
o
ôn
er
D
ƒo
J n
Ép
à r
´n
ó°r
Un
Éa
kelâm›n› iflitti¤i anda
secdeye gitti.
Ona dediler: “Müslüman m› oldun?”
“Yok,” dedi. “Ben flu kelâm›n belâgatine secde ediyo-
rum.”
•
Dördüncü Nokta:
Lâfz›ndaki fesahat-i harikas›d›r.
Evet, Kur’ân manen üslûb-u beyan cihetiyle fevkalâde
beli¤ oldu¤u gibi, lâfz›nda gayet selis bir fesahati vard›r.
Fesahatin kat’î vücuduna usand›rmamas› delildir ve fesa-
hatin hikmetine fenn-i beyan ve maaninin dâhî ulemas›-
n›n flahadetleri bir bürhan-› bâhirdir.
Evet, binler defa tekrar edilse usand›rm›yor, belki lez-
zet veriyor. Küçük, basit bir çocu¤un haf›zas›na a¤›r gel-
miyor; h›fzedebilir. En hastal›kl›, az bir sözden müteezzi
olan bir kula¤a nahofl gelmiyor, hofl geliyor. Sekeratta
olan›n dama¤›na flerbet gibi oluyor, zemzeme-i Kur’ân
onun kula¤›nda ve dima¤›nda aynen a¤z›nda ve dama-
¤›nda mâ-i zemzem gibi leziz geliyor.
Usand›rmamas›n›n s›rr-› hikmeti fludur ki:
Kur’ân, kulûba kut ve g›da ve ukule kuvvet ve g›nâd›r
ve ruha mâ ve ziya ve nüfusa deva ve flifa oldu¤undan,
usand›rmaz. Her gün ekmek yeriz, usanmay›z; fakat, en
SÖZLER | 609
Y
‹RM‹
B
Efi‹NC‹
S
ÖZ
haf›za:
beynin bilgileri kaydedip
saklamaya yarayan bölümü.
h›fzetme:
ezberleme.
hikmet:
gizli sebep.
kat’î:
kesin olan.
kelâm:
söz.
kulûp:
kalpler.
kut:
yiyecek.
lâf›z:
kelime, söz.
leziz:
lezzetli.
mâ:
su.
mâ-i zemzem:
zemzem suyu.
manen:
manevî olarak.
meftun:
hayran
müteezzi:
eziyet çeken, s›k›lan.
nahofl:
hofla gitmeyen.
nüfus:
nefisler.
ruh:
insan ve hayvanlardaki diri-
lik kayna¤›.
secde:
ibadet amac›yla al›nla be-
raber burnu yere koyma.
sekerat:
ölmek üzere olan bir ki-
flinin kendinden geçmesi.
selis:
düzgün ve ak›c› ifade.
s›rr-› hikmet:
herkesin bilmedi¤i
gizli sebep.
flahadet:
flahitlik.
flerbet:
tatl› içecek.
flifa:
hastal›ktan kurtulma.
tarz:
biçim, flekil; anlat›m flekli.
ukul:
ak›llar.
ulema:
âlimler.
ulvî:
yüksek, yüce.
üslûb-u beyan:
anlat›m tarz›,
aç›klama flekli.
üslûb-u Kur’ân:
Kur’ân’›n ifade
tarz›, anlat›m flekli.
vücut:
varl›k.
zemzeme-i Kur’ân:
Kur’ân’›n hofl
sesi.
ziya:
›fl›k.
bedevî:
göçebe, çölde çad›r-
da yaflayan.
belâgat:
muhataba uygun,
tam yerinde, kusursuz ve gü-
zel söz söyleme.
beli¤:
anlatmak istedi¤ini ta-
mamen, noksans›z ve güzel
sözlerle anlatan.
bürhan-› bâhir:
büyük ve ge-
nifl delil.
cihet:
yön.
delil:
bir fikrin veya hükmün
do¤rulu¤unu kan›tlayan fley.
deva:
çare, ilâç.
ekseriyet:
ço¤unluk.
fenn-i beyan:
söz ifade etme
yollar› olan teflbih, mecaz ve
kinayeden bahseden ilim.
fenn-i maani:
sözün hâlin ge-
re¤ine uygun olup olmad›¤›
konusuyla ilgilenen bilim dal›.
fesahat:
sözün; kelime, ma-
na, ahenk ve s›ralama yönle-
rinden kusursuz olarak aç›k
ve güzel söylenmesi.
fesahat-i harika:
hayranl›k
uyand›racak derecede sözün
do¤ru, düzgün, aç›k ve güzel
söylenmesi.
fevkalâde:
ola¤anüstü.
gayet:
çok.
g›nâ:
zenginlik.
1.
Art›k emrolundu¤un fleyi aç›kla. (Hicr Suresi: 94.)