tecelli ve ihata eden bütün esman›n âsâr›n› göstermek;
ve bir mercimek tanesi kadar mevki tutan kuvve-i haf›za-i
insaniyede bir kütüphane kadar yaz› yazd›rmak; ve bü-
tün hâdisat-› kevniyenin mufassal fihristesini o kuvvecik-
te derç etmek, elbette ve elbette Hâl›k-› Külli fiey’e has
ve bu kâinat›n Rabb-i Zülcelâl’ine mahsus bir hatemdir.
‹flte, zîhayat üstünde olan pek çok Hatem-i Rabbanî-
den bir tek hatem, böyle nurunu gösterse ve onun aya-
t›n› flöyle okuttursa, acaba birden bütün o hatemlere ba-
kabilsen, görebilsen,
1
/
?p
Qƒo
¡ o
X p
Is
óp
°ûp
H »'
Øn
à r
NG p
øn
e n
¿Én
ër
Ñ°o
S
de-
meyecek misin?
Dördüncü Lem’a
Bak, flu semavat›n denizinde yüzen ve flu zeminin yü-
zünde serpilen rengârenk mevcudata ve çeflit çeflit mas-
nuata dikkat et! Göreceksin ki; her biri üstünde fiems-i
Ezelî’nin taklit kabul etmez turralar› vard›r. Nas›l hayatta
sikkeleri, zîhayatta hatemleri görünüyor ve bir ikisini
gördük; ihya üstünde dahi öyle turralar› vard›r. Temsil,
derin manalar› fehme yak›nlaflt›rd›¤›ndan, bir temsil ile
flu hakikati gösterece¤iz.
Meselâ, günefl, seyyarelerden tut, tâ katrelere kadar,
tâ cam›n küçük parçalar›na kadar ve kar›n parlak zerre-
ciklerine kadar, flu güneflin cilve-i misaliyesinden ve
in’ikâs›ndan bir turras› ve günefle mahsus bir eser-i nura-
nîsi görünüyor. fiayet o hadsiz fleylerde görünen günefl-
çiklerini, güneflin cilve-i in’ikâs› ve tecelli-i aksi oldu¤unu
SÖZLER | 469
Y
‹RM‹
‹
K‹NC‹
S
ÖZ
Hâl›k-› Külli fiey:
kâinatta mev-
cut olan her fleyin yarat›c›s›, Al-
lah.
has:
özel.
hatem:
mühür, damga.
Hatem-i Rabbanî:
her fleyi yara-
tan, ihtiyaçlar›n› gideren, yetiflti-
ren ve büyüten Allah’›n mührü.
ihata:
kuflatma.
ihya:
hayat verme.
in’ikâs:
yans›ma.
kâinat:
yarat›lm›fl olan fleylerin
tamam›.
katre:
damla.
kuvvecik:
duygu; haf›za.
kuvve-i haf›za-i insaniye:
insa-
n›n haf›za gücü ve kabiliyeti.
lem’a:
par›lt›.
mahsus:
özel.
masnuat:
sanatl› olarak yarat›l-
m›fl varl›klar.
mevcudat:
var olan her fley.
mevki:
yer.
misaliye:
benzer, örnek; görüntü.
mufassal:
ayr›nt›l›, detayl›.
noksan:
eksik.
nur:
ayd›nl›k.
Rabb-i Zülcelâl:
her fleyi besle-
yen, büyüten, ihtiyaçlar›n› gide-
ren idare ve terbiye eden büyük-
lük ve haflmet sahibi Allah..
semavat:
gökler.
seyyare:
gezegen.
sikke:
mühür.
s›fat:
nitelik, özellik.
flayet:
e¤er.
fiems-i Ezelî:
varl›¤›n›n bafllang›c›
olmayan ve her fleyi nurland›ran
Cenab-› Hak.
fliddet-i zuhur:
çok fliddetli ve
kuvvetli bir flekilde görünme.
taklit:
benzerini yapma.
tecelli:
görünme, belirme.
tecelli-i akis:
yans›man›n görün-
tüsü.
temsil:
benzetme, örnek.
tenzih:
her türlü kusur ve nok-
sandan uzak ve yüce tutma.
turra:
mühür, damga.
Zat:
Allah.
zemin:
yeryüzü.
zerrecik:
en küçük madde parça-
s›.
zîhayat:
hayat sahibi.
âsâr:
eserler.
ayat:
deliller.
cilve-i in’ikâs:
yans›madan
ileri gelen görüntü.
derç etmek:
yerlefltirmek.
eser-i nuranî:
parlak eser.
esma:
isimler.
fehim:
anlay›fl.
fihriste:
bir fleyin içinde nele-
rin bulundu¤unu gösteren
özet liste.
hâdisat-› kevniye:
varl›klarla
ilgili olaylar.
hadsiz:
say›s›z.
hakikat:
gerçek.
1.
fiiddet-i zuhurundan gizlenmifl olan Zat› her türlü kusur ve noksan s›fattan tenzih ederiz.