ister. Fakat, ifl gören kudret-i Samedâniyedir. Çünkü,
tevhit ve celâl öyle ister ve istiklâli iktiza eder. Sultan-
Ezelînin memurlar, saltanat- rububiyetin icraatçlar de-
¤illerdir. Belki o saltanatn dellâllardrlar ve o rububiye-
tin temaflager nazrlardrlar. Ve o memurlar, o vastalar;
kudretin izzetini, rububiyetin haflmetini izhar içindir; tâ
umur-u hasise ile kudretin mübaflereti görünmesin. Ac-
zâlûd, fakrpîfle olan insanî bir sultan gibi, acz ve ihtiyaç
için memurlar flerik-i saltanat ittihaz etmifl de¤ildir.
Demek esbap vazedilmifl, tâ akln nazar- zahirîsine
karfl kudretin izzeti muhafaza edilsin. Zira âyinenin iki
veçhi gibi, her fleyin bir mülk ciheti var ki, âyinenin mü-
levven yüzüne benzer, muhtelif renklere ve hâlâta medar
olabilir; biri melekûttur ki, âyinenin parlak yüzüne ben-
zer. Mülk ve zahir veçhinde, kudret-i Samedâniyenin iz-
zetine ve kemaline münafi hâlât vardr; esbap, o hâlâta
hem merci, hem medar olmak için vazedilmifller. Fakat,
melekûtiyet ve hakikat canibinde, her fley fleffaftr, güzel-
dir, kudretin bizzat mübafleretine münasiptir, izzetine
münafi de¤ildir. Onun için, esbap srf zahirîdir, melekû-
tiyette ve hakikatte tesir-i hakikîleri yoktur.
Hem, esbab- zahiriyenin di¤er bir hikmeti fludur ki:
Haksz flekvalar ve batl itirazlar Âdil-i Mutlaka tevcih
etmemek için, o flekvalara, o itirazlara hedef olacak es-
bap vazedilmifltir. Çünkü, kusur onlardan çkyor ve on-
larn kabiliyetsizli¤inden ileri geliyor. Bu srra bir misal-i
lâtif suretinde bir temsil-i manevî rivayet ediliyor ki:
SÖZLER | 465
Y
RM
KNC
S
ÖZ
suzluk.
kudret:
Cenab- Hakkn kâinatta
ifl gören güç ve kuvveti.
kudret-i Samedanî:
her fley ken-
disine muhtaç olan, fakat kendisi
hiçbir fleye muhtaç olmayan Al-
lah.
medar:
sebep, vesile.
melekût:
iç yüzü.
melekûtiyet:
eflyann iç yüzü.
merci:
müracaat edilecek yer.
misal-i lâtif:
güzel ve hofl örnek.
muhafaza:
koruma.
muhtelif:
çeflitli, farkl.
mübafleret:
temas etme, bulafl-
ma.
mülevven:
boyal.
mülk:
eflyann gördü¤ümüz, te-
mas etti¤imiz, içinde ztlklar, hofl
olmayan hâl ve durumlar barn-
dran dfl yüzü.
münafi:
aykr, zt.
münasip:
uygun.
nazar- zahirî:
dfl görünüfle
ehemmiyet vererek bakma.
nazr:
bakan, gözeten.
rivayet:
nakletme.
rububiyet:
Cenab- Hakkn, var-
lklarn ihtiyaçlarn gidermesi, on-
lar yetifltirmesi ve idare etmesi.
saltanat:
hükümranlk, hâkimi-
yet.
saltanat- rububiyet:
kâinat ter-
biye ve idare edici olan Allahn
hâkimiyeti.
sultan:
padiflah.
Sultan- Ezelî:
kudret, kuvvet ve
hükümranl¤nn bafllangc olma-
yan Allah.
suret:
biçim.
sr:
hakikat.
srf:
sadece.
fleffaf:
açk, temiz.
flekva:
flikâyet.
flerik:
ortak.
temaflager:
seyirci.
temsil-i manevî:
manevî bir ör-
nek.
tesir-i hakikî:
gerçek etki.
tevcih:
yöneltmek.
tevhit:
birleme, Allahn bir oldu-
¤una ondan baflka ilâh olmad¤-
na inanma.
umur-u hasise:
ufak ve de¤ersiz
ifller.
vasta:
araç.
vaz:
konulma.
vecih:
yüz, yön.
zahir:
görünen.
zahirî:
görünüfle ait.
zira:
çünkü.
acz:
zayflk, güçsüzlük.
aczâlûd:
âcizlikle karflk.
Âdil-i Mutlak:
zulümden mü-
nezzeh olan ve sonsuz adalet
sahibi Allah.
âyine:
ayna.
batl:
do¤ru ve hakl olma-
yan.
canip:
taraf, yön.
celâl:
büyüklük, yücelik.
cihet:
yön, taraf.
dellâl:
ilân edici.
esbab- zahirî:
görünürdeki
sebepler.
esbap:
sebepler.
fakrpîfle:
fakirlik içinde.
hakikat:
gerçek.
hâlât:
hâller, durumlar.
haflmet:
büyüklük, heybet.
hikmet:
sebep, gaye, amaç.
icraat:
ifller, uygulanan fley-
ler.
iktiza:
gerekme.
insanî:
insan türünden olan.
istiklâl:
ba¤mszlk.
itiraz:
karfl çkma.
ittihaz etme:
kabul etme.
izhar:
gösterme.
izzet:
fleref, yücelik.
kabiliyetsizlik:
yeteneksizlik,
yetersizlik, yapsnn uygun
olmamas.
kemal:
mükemmellik, kusur-