Sözler - page 470

kabul etmezsen, o vakit her bir katrede ve ziyaya maruz
her bir cam parças›nda ve ›fl›¤a mukabil her fleffaf bir
zerrecikte, tabiî ve hakikî bir güneflin vücudunu bilasale
kabul etmek gibi gayet derece bir divanelikle, nihayetsiz
bir belâhate düflmekli¤in lâz›m gelir.
Öyle de, fiems-i Ezelînin tecelliyat-› nuraniyesinden
“ihya,” yani “hayat vermek” cihetinde, her bir zîhayat
üstünde öyle bir turras› vard›r ki, faraza bütün esbap top-
lansa ve birer fail-i muhtar kesilseler, yine o turray› taklit
edemezler. Zira, her biri birer mu’cize-i kudret olan zîha-
yatlar, her biri o fiems-i Ezelî’nin flualar› hükmünde olan
esmas›n›n nokta-i mihrakiyesi suretindedir.
E¤er, zîhayat üstünde görünen o nakfl-› acib-i sanat›, o
nazm-› garib-i hikmeti ve o tecelli-i s›rr-› ehadiyeti, Zat-›
Ehad-i Samed’e verilmedi¤i vakit, her bir zîhayatta, hat-
ta bir sinekte, bir çiçekte, nihayetsiz bir kudret-i fât›ra,
içinde sakland›¤›n› ve her fleyi muhit bir ilim bulundu¤u-
nu ve kâinat› idare edecek bir irade-i mutlaka onda mev-
cut oldu¤unu, belki Vacibü’l-Vücud’a mahsus bâkî s›fat-
lar› dahi onlar›n içinde bulundu¤unu kabul etmek, âdeta
o çiçe¤in, o sine¤in her bir zerresine bir ulûhiyet vermek
gibi dalâletin en eblehçesine, hurafat›n en ahmakças›na
bir derekesine düflmek lâz›m gelir. Zira o fleyin zerreleri-
ne, hususan tohum olsalar, öyle bir vaziyet verilmifl ki, o
zerre, cüz’ü oldu¤u zîhayata bakar. Onun nizam›na göre
vaziyet al›r. Belki o zîhayat›n bütün nev’ine bakar gibi, o
nev'in devam›na yarayacak her yerde zer’ etmek ve
nev'inin bayra¤›n› dikmek için kanatç›klarla kanatlanmak
ahmak:
akl›n› gerekti¤i gibi kulla-
namayan.
bâkî:
kal›c› ve devaml›.
belâhat:
aptall›k.
bilasale:
bizzat.
cihet:
yön.
cüz’:
parça.
dalâlet:
do¤ru yoldan sapma.
dereke:
afla¤› mertebe.
divanelik:
ak›ls›zl›k.
ebleh:
son derece aptal.
esbap:
sebepler.
esma:
isimler.
fail-i muhtar:
kendi istek ve ira-
desiyle ifl yapan.
faraza:
var sayal›m ki.
gayet:
son.
hakikî:
gerçek.
hurafat:
bofl, bat›l inan›fllar.
hususan:
özellikle.
hükmünde:
gibi, yerinde, de¤e-
rinde.
idare:
yönetme.
ihya:
hayat verme.
irade-i mutlaka:
s›n›rs›z irade, is-
tek.
kâinat:
yarat›lm›fl olan fleylerin
tamam›.
katre:
damla.
kesilseler:
olsalar.
Kudret-i Fât›ra:
her fleyi en uy-
gun flekilde yaratan güç ve kuv-
vet.
mahsus:
has k›l›nm›fl, özgü, özel.
maruz:
karfl›s›nda bulunma.
mevcut:
var.
mu’cize-i kudret:
Cenab-› Hakk›n
kudretinin mu’cizesi.
muhit:
kuflatan, saran.
mukabil:
karfl›l›k.
nakfl-› acib-i sanat:
ustaca yap›l-
m›fl flafl›rt›c› iflleme.
nazm-› garib-i hikmeti:
hikmetin
hayret verici düzenlemesi.
nev’:
tür.
nihayet:
son.
nihayetsiz:
sonsuz.
nizam:
düzen.
nokta-i mihrakiye:
hareket nok-
tas›.
suret:
flekil.
s›fat:
nitelik, vas›f.
fleffaf:
saydam, parlak.
fiems-i Ezelî:
varl›¤›n›n bafllang›c›
olmayan ve her fleyi nurland›ran
Cenab-› Hak.
flua:
›fl›k demeti.
tabiî:
do¤al.
taklit:
benzerini yapma.
tecelli-i s›rr-› ehadiyet:
Allah’›n
birlik s›rr›n›n her bir varl›kta gö-
rünmesi.
tecelliyat-› nuranî:
parlak
nuranî görüntüler.
turra:
mühür.
ulûhiyet:
ilâhl›k.
Vacibü’l-Vücud:
varl›¤› zo-
runlu olan, var olmak için hiç
bir sebebe ihtiyac› olmayan
Allah.
vakit:
zaman, an.
vaziyet:
durum, hâl.
vücut:
varl›k.
Zat-› Ehad-i Samed:
her fleyin
kendisine muhtaç oldu¤u fa-
kat kendisi hiç bir fleye muh-
taç olmayan ve tek olan Zat,
Allah.
zer’:
ekme, dikme.
zerre:
atom.
zerre:
en küçük madde par-
ças›.
zîhayat:
hayat sahibi.
zira:
çünkü.
ziya:
›fl›k.
470 | SÖZLER
Y
‹RM‹
‹
K‹NC‹
S
ÖZ
1...,460,461,462,463,464,465,466,467,468,469 471,472,473,474,475,476,477,478,479,480,...1482
Powered by FlippingBook