gayet muntazam ve gayet münakkafl gömlekler, bafltan
afla¤›ya kadar gayelerle, hikmetlerle müzeyyen, müceh-
hez olduklar›n› gördü¤ün ve gayet âlî gayeler içinde ke-
mal-i intizam ile meczup Mevlevî gibi devredip döndür-
mesini bildi¤in hâlde, nas›l oluyor ki, küre-i arz›n benî-
âdemden, bahusus ehl-i imandan be¤enmedi¤i bir k›s›m
etvar-› gafletin s›klet-i maneviyesinden omuz silkmeye
benzeyen zelzele gibi
(HAfi‹YE)
mevtâlûd hâdisat-› hayatiye-
sini, bir mülhidin neflretti¤i gibi gayesiz, tesadüfî zanne-
derek bütün musibetzedelerin elîm zayiat›n› bedelsiz, he-
baen mensur gösterip, müthifl bir ye’se atarlar. Hem, bü-
yük bir hata, hem büyük bir zulüm ederler. Belki, öyle
hâdiseler, bir Hakîm-i Rahîm’in emriyle ehl-i iman›n fâ-
nî mal›n› sadaka hükmüne çevirip, ibka etmektir ve küf-
ran-› nimetten gelen günahlara kefarettir.
Nas›l ki bir gün gelecek, flu musahhar zemin, yüzünün
ziyneti olan âsâr-› befleriyeyi flirkâlûd, flükürsüz görüp çir-
kin bulur. Hâl›k’›n emriyle büyük bir zelzele ile bütün yü-
zünü siler, temizler. Allah’›n emriyle, ehl-i flirki Cehenne-
me döker; ehl-i flükre, “Haydi, Cennete buyurun” der.
®
SÖZLER | 277
O
N
D
ÖRDÜNCÜ
S
ÖZ
yap›lan yanl›fl davran›fllar.
fânî:
geçici, yok olan.
gayesiz:
hedefsiz, maksats›z.
gayet:
son derece.
hâdisat-› hayatiye:
hayat› ilgi-
lendiren olaylar.
hâdise:
olay.
Hakîm-i Rahîm:
her fleyi gaye ve
hikmetlerle yaratan, çok merha-
metli, Allah.
Hâl›k:
yoktan yaratan, her fleyi
yoktan var eden, yarat›c›; Allah.
hafliye:
aç›klay›c› not, dipnot.
hata:
kusur, eksiklik, yanl›fll›k.
hebaen mensur:
boflu bofluna.
hikmet:
her fleyin faydal›, gayeli
ve yerli yerinde olmas›.
hükmüne çevirmek:
yerine ge-
çirmek.
ibka etmek:
ebedîlefltirme, son-
suzlaflt›rma.
kefaret:
bir günah› affettirmek
için çekilen s›k›nt›.
kemal-i intizam:
mükemmel dü-
zen.
küfran-› nimet:
nimete karfl›
nankörlük etme.
küre-i arz:
dünya, yer küre.
meczup:
baflkas›n›n tesiriyle ha-
reket hâlinde olan; Allah aflk›yla
kendinden geçmifl .
Mevlevî:
Mevlevî tarikatine men-
sup kimse.
mevtâlûd:
ölüm bulaflm›fl, ölüm-
cül.
muntazam:
düzenli.
musahhar:
emir dinleyen, itaat
eden.
musibetzede:
felâkete u¤rayan.
mücehhez:
teçhiz edilmifl, dona-
t›lm›fl, donanm›fl.
mülhit:
‹slâm dininden ayr›lan,
dinsiz.
münakkafl:
ifllemeli, süslü.
münasebet:
alâka, ilgi, sebep.
müthifl:
dehfletli, korkutucu.
müzeyyen:
süslü.
neflretmek:
herkese duyurma,
yayma.
sadaka:
Allah yolunda harcanan
mal.
s›klet-i maneviye:
manevî a¤›r-
l›k.
flirkâlûd:
flirk kar›flm›fl, flirke bu-
laflm›fl.
flükürsüz:
nimete karfl› hoflnut-
luk göstermeme.
tesadüfî:
rastgele.
yeis:
ümitsizlik.
zayiat:
kay›plar, zararlar.
zelzele:
yer sars›nt›s›, deprem.
zemin:
yer.
ziynet:
süs.
zulüm:
haks›zl›k, eziyet.
âlî:
yüksek, yüce.
âsâr-› befler:
insanlar›n eser-
leri.
bahusus:
özellikle.
bedelsiz:
karfl›l›ks›z.
benîâdem:
Âdemo¤ullar›, in-
sanlar.
ehl-i iman:
iman edenler,
Müslümanlar.
ehl-i flirk:
Allah’a ortak ko-
flanlar.
ehl-i flükür:
flükredenler.
elîm:
üzücü, ac› veren.
etvar-› gaflet:
Allah’›n emir-
lerini ve yasaklar›n› unutarak
HAfi‹YE:
‹zmir’in zelzelesi münasebetiyle yaz›lm›flt›r.