ashaplar›na dünya maceralar›n› ve eski hat›ralar›n›, lev-
halar› ile gözlerine göstermek için pek büyük bir foto¤-
raf makinesi olarak bildim.
(HAfi‹YE)
Hem levh-i mahfuzun, hem âlem-i misalin iki hücceti
ve iki küçük numunesi ve iki noktas›, insan›n bafl›nda
olan kuvve-i haf›za ve kuvve-i hayaliye, mercimek küçük-
lü¤ünde iken, hiç kar›flt›rmayarak, kemal-i intizam ile iç-
lerinde bir büyük kütüphane kadar malûmat›n yaz›lmas›,
kat'î ispat eder ki, o iki kuvvenin numune-i ekber ve
azamlar›, âlem-i misal ile levh-i mahfuzdur.
Hava ve su unsurlar›n›n, hususan nutfelerin suyu ve
hava unsuru, toprak unsurunun pek fevkinde, daha ziya-
de hikmet ve irade ile ve kalem-i kader ve kudret ile ya-
z›ld›klar› ve tesadüf ve kör kuvvetin ve sa¤›r tabiat›n ve
camit ve hedefsiz esbab›n kar›flmas› yüz derece muhal ve
hiçbir cihetle mümkün olmad›¤›; ve Hakîm-i Zülcelâl’in
kalem-i kader ve hikmetinin sahifesi oldu¤u ilmelyakîn
ile, kat'î bilindi.
1
Mütebakisi flimdilik yazd›r›lmad›. Umuma binler se-
lâm.
2
o
º«/
µ n
`?r
G o
º«/
?n
©r
dG n
âr
fn
G n
?s
fp
G B É '
æn
àr
ªs
?n
Y Én
e
s
’p
G B É '
æ n
d n
ºr
?p
Y '
’ n
?n
fÉn
ër
Ñ
°o
S
* * *
SÖZLER | 265
O
N
Ü
ÇÜNCÜ
S
ÖZ
hüccet:
delil.
ilmelyakîn:
bilgiye dayanarak,
kuflkuya yer b›rakmayacak bi-
çimde ö¤renme.
irade:
dileme, isteme, yapma.
ispat:
delil ve kan›t.
kalem-i kader ve kudret:
varl›k-
lar›n ve olaylar›n düzenli olarak
meydana geliflinde bir kalem gibi
eserini gösteren ‹lâhî güç.
kalem-i kader:
Allah’›n olacak
hâdiseleri olmadan önce bilip
yazmas›, takdir etmesi.
kat’î:
kesin, flüphesiz.
kemal-i intizam:
tam ve eksiksiz
düzen.
kudret:
güç, kuvvet.
kuvve:
duyu.
kuvve-i haf›za:
haf›za gücü.
kuvve-i hayaliye:
hayal gücü.
Levh-i Mahfuz:
Allah’›n ezelî il-
miyle kâinatta olmufl ve olacak
fleylerin yaz›l› oldu¤u levha.
macera:
olup biten.
malûmat:
bilgiler, bilgi, haber.
muhal:
imkâns›z
mümkün:
olabilir.
müsaade:
izin.
mütebaki:
geriye kalan.
numune:
örnek.
numune-i ekber ve azam:
çok
büyük örnek.
nutfe:
döl suyu, meni, sperm.
sahife:
sayfa.
selâm:
bar›fl, rahatl›k, esenlik.
tabiat:
kâinat; âlem ve içindeki-
ler.
tesadüf:
rast gelme, rastlant›.
unsur:
madde, esas, kök.
vaziyet:
durum.
zahir:
görünen.
zemin:
yer.
ziyade:
çok.
âlem-i misal:
dünyadaki iflle-
rin görüntülendi¤i ve gözlen-
di¤i, ruhlar›n bulundu¤u
âlem.
ashap:
arkadafl.
bürhan:
delil.
camit:
cans›z, kat›, donuk.
esbap:
nedenler, sebepler.
fevk:
üst.
hakikat:
gerçek.
Hakîm-i Zülcelâl:
sonsuz bü-
yüklük sahibi olan ve her fle-
yi hikmetle yaratan, Allah.
hâl:
durum.
hafliye:
dipnot.
hedef:
gaye, maksat.
hikmet:
her fleyin belirli ga-
yelere yönelik olarak, manal›,
faydal› ve tam yerli yerinde
olmas›.
hususan:
özellikle.
1.
“Gördüm ki, âlem-i misal,...” ile bafllayan paragraftan, buraya kadar olan k›s›m Üstad›m›z›n
Gençlik Rehberi adl› eserinden buraya da al›nm›flt›r. (Naflirler)
2.
Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize ö¤retti¤inden baflka hiçbir bilgimiz yok-
tur. Muhakkak ki Sen her fleyi hakk›yla bilir, her ifli hikmetle yapars›n. (Bakara Suresi: 32.)
HAfi‹YE:
Fakat zahir hakikatler gibi kuvvetli bürhanlarla ve hüccetlerle
ispat etmeye zaman ve zemin, hâl ve vaziyet müsaade etmedi¤inden k›-
sa kesildi.