ile hâl-i hazrda gösterdikleri gibi, istikbaldeki ahval dahi,
meselâ elli sene sonraki hâlleri bir sinema ile gösterilse
idi, ehl-i sefahat, flimdiki güldüklerine yüz binlerce nefrin
ve nefret edip a¤layacaktlar.
Dünya ve ahirette ebedî ve daimî süruru isteyen, iman
dairesindeki terbiye-i Muhammediyeyi (a.s.m.) kendine
rehber etmek gerektir.
* * *
Birkaç Bîçare Gençlere Verilen Bir Tembih,
Bir Ders, Bir htardr
Bir gün yanma parlak birkaç genç geldiler. Hayat ve
gençlik ve hevesat cihetinden gelen tehlikelerden sakn-
mak için tesirli bir ihtar almak isteyen bu gençlere, ben
de, eskiden Risale-i Nurdan medet isteyen gençlere de-
di¤im gibi, dedim ki:
Sizdeki gençlik kat'iyen gidecek. E¤er siz daire-i mefl-
ruada kalmazsanz, o gençlik zayi olup baflnza hem
dünyada, hem kabirde, hem ahirette kendi lezzetinden
çok ziyade belâlar ve elemler getirecek. E¤er terbiye-i s-
lâmiye ile, o gençlik nimetine karfl bir flükür olarak, iffet
ve namusluluk ve taatte sarf etseniz, o gençlik manen
bâkî kalacak ve ebedî bir gençlik kazanmasna sebep ola-
cak.
ahiret:
öteki dünya.
ahval:
hâller, durumlar.
bâkî:
kalc ve devaml.
belâ:
musibet, gam, keder, afet.
bîçare:
çaresiz, zavall.
cihet:
yön.
daimî:
sürekli.
daire-i meflrua:
dinin uygun gör-
dü¤ü helâl daire.
ebedî:
sonu olmayan, sürekli.
ehl-i sefahat:
yasaklara ve gü-
nahlara düflkün kimseler.
elem:
üzüntü, ac.
hâl:
flimdiki zaman.
hâl-i hazr:
flimdiki durum.
hayat:
yaflayfl, yaflama.
hevesat:
nefsin hofluna giden ge-
lip geçici istek ve arzular.
iffet:
namus, rz.
ihtar:
hatrlatma, uyar.
istikbal:
gelecek.
katiyen:
katî olarak, kesin ola-
rak.
lezzet:
zevk, haz, keyif.
manen:
duyguca, ruhça, mana
itibaryla.
medet:
inayet, yardm.
meselâ:
misal olarak.
namus:
edep, hayâ, ahlâk.
nefret:
tiksinme, ikrah.
nefrin:
sövüp sayma, lânet oku-
ma.
nimet:
iyilik, ihsan, ba¤fl.
rehber:
yol gösteren, klavuz, de-
lil.
Risale-i Nur:
Nur risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursînin eserlerinin
ad.
sarf:
harcama.
sürur:
sevinç.
flükür:
görülen bir iyili¤e karfllk
hoflnutluk, memnunluk ve min-
nettarlk ifade etme, teflek-
kür.
taat:
Allahn emirlerini yerine
getirme, Allahtan korkup ya-
saklarndan kaçnma.
tembih:
uyarma, ikaz.
terbiye-i slâmiye:
slâmî ter-
biye.
terbiye-i Muhammediye:
Peygamberimizin terbiyesi
(sünnet-i seniye).
zahirî:
görünürde.
zayi:
kaybolma.
zevk:
tad alma.
ziyade:
pek fazla.
236 | SÖZLER
O
N
Ü
ÇÜNCÜ
S
ÖZ