musaddak muhbirlerin, yüzde yüz ihtimal ile, dalâlet ve
sefahat, göz önündeki kabir dara¤acna ve ebedî haps-i
münferidine kat'î sebep oldu¤unu ve iman, ubudiyet,
yüzde yüz ihtimal ile o dara¤acn kaldrp, o hapsi mün-
feridi kapatp, flu göz önündeki kabri bir hazine-i ebedi-
yeye, bir saray- saadete açlan bir kapya çeviriyor diye
ihbar eden ve emarelerini ve âsârlarn gösterdikleri hâl-
de, bu acip ve garip ve dehfletli ve azametli mesele kar-
flsnda bulunan bîçare insan ve bahusus Müslüman, e¤er
iman ve ubudiyeti olmazsa, bütün dünya saltanat ve lez-
zeti bir tek insana verilse, acaba o göz önündeki her va-
kit oraya ça¤rlmasna nöbetini bekleyen bir insana ver-
di¤i o endifleden gelen elîm elemi kaldrabilir mi? Sizden
soruyorum.
Madem ihtiyarlk, hastalk, musibet ve her tarafta ve-
fiyatlar, o dehfletli elemi defliyorlar ve ihtar ediyorlar; el-
bette o ehl-i dalâlet ve sefahat, yüz bin lezzeti ve zevki al-
sa da, yine o manevî bir Cehennem, kalbinde yaflar ve
yakar. Fakat, pek kaln gaflet sersemli¤i, muvakkaten
hissettirmez.
Madem ehl-i iman ve taat, göz önünde gördü¤ü kabri
bir hazine-i ebediyeye, bir saadet-i lâyezalîye kendisi
hakknda bir kap oldu¤unu ve o ezelî mukadderat piyan-
gosundan milyarlar altn ve elmaslar kazandracak bir bi-
let dahi, iman vesikasyla ona çkmfl; her vakit, Gel, bi-
letini al, diye beklemesinden, derin, esasl, hakikî lezzet
ve zevk-i manevî, öyle bir lezzettir ki, e¤er tecessüm et-
se ve o çekirdek bir a¤aç olsa, o adama hususî bir
acip:
tuhaf, hayret veren.
âsâr:
eserler.
azamet:
büyüklük.
bahusus:
özellikle.
bîçare:
çaresiz.
dalâlet:
sapma.
dehflet:
korkma, ürkme.
ebedî:
sonu olmayan.
ebediye:
sonu olmayan.
ehl-i dalâlet:
yoldan çkanlar.
ehl-i iman ve taat:
inananlar ve
Allahn emirlerini yerine getiren-
ler.
elem:
ac, a¤r.
elîm:
ac verici, ackl.
emare:
alâmet.
ezelî:
bafllangçsz.
gaflet:
Allahtan uzaklaflp nefsi-
nin arzularna dalmak.
garip:
tuhaf, hayret veren.
hakikî:
gerçek.
haps-i münferit:
tek baflna ha-
pis.
hazine-i ebediye:
Cennet.
hususî:
özel.
ihbar:
haber verme.
ihtar etmek:
uyarmak.
ihtimal:
olabilirlik, olaslk.
iman:
inanma, inanç.
kabir:
mezar çukuru.
katî:
kesin.
lezzet:
zevk, haz, keyif.
manevî:
maddî olmayan, mana
ile ilgili.
muhbir:
haber veren.
mukadderat:
, kaderde olan fley-
le.
musaddak:
do¤rulayan,
onaylayan.
musibet:
sknt.
muvakkaten:
geçici olarak.
münferit:
tek.
saadet-i lâyezalîye:
hiç bit-
meyen mutluluk.
saltanat:
hükümdarlk.
saray- saadet:
mutluluk sa-
ray.
sefahat:
yasak fleylere, zevk
ve e¤lenceye aflr derecede
düflkünlük.
sersem:
bafl dönmüfl.
tecessüm:
cisimleflme, cisim
hâline gelme.
ubudiyet:
kulluk.
vefiyat:
ölümler.
vesika:
belge.
zevk:
manevî âlemlerde
iman hakikatlerinin hazzna
eriflme.
zevk-i manevî:
manevî zevk.
234 | SÖZLER
O
N
Ü
ÇÜNCÜ
S
ÖZ