Sözler - page 234

musaddak muhbirlerin, yüzde yüz ihtimal ile, dalâlet ve
sefahat, göz önündeki kabir dara¤ac›na ve ebedî haps-i
münferidine kat'î sebep oldu¤unu ve iman, ubudiyet,
yüzde yüz ihtimal ile o dara¤ac›n› kald›r›p, o hapsi mün-
feridi kapat›p, flu göz önündeki kabri bir hazine-i ebedi-
yeye, bir saray-› saadete aç›lan bir kap›ya çeviriyor diye
ihbar eden ve emarelerini ve âsârlar›n› gösterdikleri hâl-
de, bu acip ve garip ve dehfletli ve azametli mesele kar-
fl›s›nda bulunan bîçare insan ve bahusus Müslüman, e¤er
iman ve ubudiyeti olmazsa, bütün dünya saltanat› ve lez-
zeti bir tek insana verilse, acaba o göz önündeki her va-
kit oraya ça¤r›lmas›na nöbetini bekleyen bir insana ver-
di¤i o endifleden gelen elîm elemi kald›rabilir mi? Sizden
soruyorum.
Madem ihtiyarl›k, hastal›k, musibet ve her tarafta ve-
fiyatlar, o dehfletli elemi defliyorlar ve ihtar ediyorlar; el-
bette o ehl-i dalâlet ve sefahat, yüz bin lezzeti ve zevki al-
sa da, yine o manevî bir Cehennem, kalbinde yaflar ve
yakar. Fakat, pek kal›n gaflet sersemli¤i, muvakkaten
hissettirmez.
Madem ehl-i iman ve taat, göz önünde gördü¤ü kabri
bir hazine-i ebediyeye, bir saadet-i lâyezalîye kendisi
hakk›nda bir kap› oldu¤unu ve o ezelî mukadderat piyan-
gosundan milyarlar alt›n ve elmaslar› kazand›racak bir bi-
let dahi, iman vesikas›yla ona ç›km›fl; her vakit, “Gel, bi-
letini al,” diye beklemesinden, derin, esasl›, hakikî lezzet
ve zevk-i manevî, öyle bir lezzettir ki, e¤er tecessüm et-
se ve o çekirdek bir a¤aç olsa, o adama hususî bir
acip:
tuhaf, hayret veren.
âsâr:
eserler.
azamet:
büyüklük.
bahusus:
özellikle.
bîçare:
çaresiz.
dalâlet:
sapma.
dehflet:
korkma, ürkme.
ebedî:
sonu olmayan.
ebediye:
sonu olmayan.
ehl-i dalâlet:
yoldan ç›kanlar.
ehl-i iman ve taat:
inananlar ve
Allah’›n emirlerini yerine getiren-
ler.
elem:
ac›, a¤r›.
elîm:
ac› verici, ac›kl›.
emare:
alâmet.
ezelî:
bafllang›çs›z.
gaflet:
Allah’tan uzaklafl›p nefsi-
nin arzular›na dalmak.
garip:
tuhaf, hayret veren.
hakikî:
gerçek.
haps-i münferit:
tek bafl›na ha-
pis.
hazine-i ebediye:
Cennet.
hususî:
özel.
ihbar:
haber verme.
ihtar etmek:
uyarmak.
ihtimal:
olabilirlik, olas›l›k.
iman:
inanma, inanç.
kabir:
mezar çukuru.
kat’î:
kesin.
lezzet:
zevk, haz, keyif.
manevî:
maddî olmayan, mana
ile ilgili.
muhbir:
haber veren.
mukadderat:
, kaderde olan fley-
le.
musaddak:
do¤rulayan,
onaylayan.
musibet:
s›k›nt›.
muvakkaten:
geçici olarak.
münferit:
tek.
saadet-i lâyezalîye:
hiç bit-
meyen mutluluk.
saltanat:
hükümdarl›k.
saray-› saadet:
mutluluk sa-
ray›.
sefahat:
yasak fleylere, zevk
ve e¤lenceye afl›r› derecede
düflkünlük.
sersem:
bafl› dönmüfl.
tecessüm:
cisimleflme, cisim
hâline gelme.
ubudiyet:
kulluk.
vefiyat:
ölümler.
vesika:
belge.
zevk:
manevî âlemlerde
iman hakikatlerinin hazz›na
eriflme.
zevk-i manevî:
manevî zevk.
234 | SÖZLER
O
N
Ü
ÇÜNCÜ
S
ÖZ
1...,224,225,226,227,228,229,230,231,232,233 235,236,237,238,239,240,241,242,243,244,...1482
Powered by FlippingBook