Üstat, hususî hayatında mütevazi, vazife başında vakur-
dur. Tevazu ve mahviyette numune-i misal olacak bir
mertebededir. Bu mevzuda der ki: “Bir nefer nöbette
iken, başkumandan da gelse, silâhını bırakmayacak. Ben
Kur’ân’ın bir hizmetkârı ve bir neferiyim. Vazife başında
iken karşıma kim çıkarsa çıksın, ‘Hak budur’ derim, ba-
şımı eğmem.”
Hulâsa olarak arz ederiz ki: Bediüzzaman, ihlâs-ı tam-
meye malik, harikulâde, hakikî bir müfessir-i Kur’ân’dır.
Hem ihlâs-ı etemme vasıl olmuş, kahraman ve yekta bir
hadim-i Kur’ân’dır.
Risale-i Nur
’un müellifi olmak itiba-
rıyla hem bir mütekellim-i azamdır, hem ilimde gayet de-
recede mütebahhir ve rasih, muhakkik ve müdakkik bir
allâmedir, hem ilm-i mantığın yüksek, nazirsiz bir üstadı-
dır.
Talikat namındaki telifatı, mantıkta bir şaheserdir.
Hem mümtaz ve hakperest ve hakikatbin bir dâhîdir, hem
Kur’ân’la barışık müstakim felsefenin hakikatperver bir
feylesofudur, hem nazirsiz bir sosyolog (içtimaiyatçı) ve
bir psikolog (ruhiyatçı) ve bir pedagogdur (terbiyeci), hem
daima hakikat terennüm etmiş ve eden, yüksek ve em-
salsiz ve dâhî bir müellif ve ediptir.
Said Nursî, senelerden beri şiddetli bir istibdat ve
takyidat altında bulundurulup tanıttırılmadığı ve hem de
kendisi, şahsî kemalâtını setrettiği, gizlediği için, mezkûr
sıfatların her birisine muttali olamayan bulunabilir. Hem
bunlar ve hem
Risale-i Nur
’un hususiyetleri hakkındaki
beyanatımız, hakikatperver ve faziletperver ve bu
allâme:
ilmî seviyesi çok yüksek
olan âlim.
arz etmek:
sunmak.
beyanat:
açıklamalar.
dâhî:
son derece zeki.
daima:
her zaman.
edip:
güzel ve sanatlı söz söyle-
yen veya yazan.
emsal:
benzer.
faziletperver:
fazileti seven, fazi-
let sahibi.
felsefe:
hikmet bilgisi.
feylesof:
filozof.
gayet:
nihayet.
hadim-i Kur’ân:
Kur’ân’ın hiz-
metkârı.
hak:
doğru.
hakikat:
gerçek.
hakikatbin:
hakikati gören, anla-
yan.
hakikatperver:
hakikati seven,
koruyan.
hakikî:
gerçek.
hakperest:
doğruluk ve haktan
taviz vermeyen.
harikulâde:
fevkalâde.
hizmetkâr:
hizmetçi.
hulâsa:
özet, sözün kısası.
hususî:
özel, şahsî.
hususiyet:
hususîlik, ayırıcı özel-
lik.
içtimaiyatçı:
toplum bilimci.
ihlâs-ı etem:
tam ve mükemmel
ihlâs.
ihlâs-ı tamme:
tam bir ihlâs.
ilim:
bilgi.
ilm-i mantık:
mantık ilmi.
istibdat:
baskı, zulüm ve tahak-
küm.
itibar:
değer.
kemalât:
faziletler, mükemmel-
likler.
mahviyet:
alçak gönüllülük, fazla
tevazu.
malik:
sahip.
mantık:
doğru düşünme, akla
uygun söz söyleme.
mertebe:
derece.
mevzu:
konu.
mezkûr:
adı geçen.
muhakkik:
gerçeği araştıran.
muttali:
bilgili, haberdar.
müdakkik:
dikkatle araştıran.
müellif:
telif eden, yazar.
müfessir-i Kur’ân:
Kur’ân
müfessiri.
mümtaz:
üstün tutulmuş,
seçkin.
müstakim:
doğru.
mütebahhir:
bilgisi deniz gibi
geniş ve engin olan.
mütekellim-i azam:
en bü-
yük konuşan.
mütevazi:
alçak gönüllü.
nazir:
benzer.
nazirsiz:
benzersiz.
nefer:
tek kişi, fert.
nevbet:
nöbet, görev, bekle-
me.
numune-i misal:
örnek alına-
cak kişi.
pedagog:
eğitici, terbiye edi-
ci.
psikolog:
ruh bilimci.
rasih:
ilimde derinleşmiş
olan.
ruhiyatçı:
ruh bilimci.
setretmek:
örtmek.
sosyolog:
sosyoloji bilgini.
sıfat:
nitelik, vasıf.
şaheser:
üstün eser, fevkalâ-
de.
şahsî:
kendine ait.
takyidat:
kayıt altına alma.
telifat:
telifler.
terennüm:
güzel güzel anlat-
ma.
tevazu:
alçak gönüllülük.
vakur:
ağırbaşlı.
vasıl:
ulaşan.
vazife:
görev.
yekta:
tek, eşsiz.
K
ONFERANS
| 1238 | SÖZLER