şöyle bir temsil söylemişiz ki, meselâ, bir su getirmek
için, bazıları küngân (su borusu) ile uzak yerden, dağlar
altında kazar, su getirir. Bir kısmı da her yerde kuyu
kazar, su çıkarır. Birinci kısım çok zahmetlidir; tıkanır,
kesilir. Fakat, her yerde kuyular kazıp su çıkarmaya ehil
olanlar, zahmetsiz, her bir yerde suyu buldukları gibi;
aynen öyle de, ulema-i ilm-i kelâm, esbabı nihayet-i
âlemde teselsül ve devrin muhaliyeti ile kesip, sonra Va-
cibü’l-Vücud’un vücudunu onunla ispat ediyorlar. Uzun
bir yolda gidiliyor. Amma, Kur’ân-ı Hakîm’in minhac-ı
hakikîsi ise, her yerde suyu buluyor, çıkarıyor. Her bir
ayeti, birer asa-i Mûsa gibi, nereye vursa âb-ı hayat fış-
kırtıyor.
(1)
l
ó p
MGn
h o
¬ s
fn
G
n
=
¤ n
Y t
?o
ón
J l
á n
j
n
G o
¬n
d m
A r
?n
T u
?o
c?
p
an
h
düsturunu her
şeye okutturuyor.
“Hem, iman yalnız ilim ile değil, imanda çok letaifin
hisseleri var. Nasıl ki bir yemek mideye girse, o yemek
muhtelif asaba, muhtelif bir surette inkısam edip tevzi olu-
nuyor. İlim ile gelen mesail-i imaniye dahi, akıl midesine
girdikten sonra, derecata göre ruh, kalb, sır, nefis ve ha-
keza, letaif kendine göre birer hisse alır, masseder. Eğer
onların hissesi olmazsa, noksandır.” İşte,
Risale-i Nur
her
yerde suyu buluyor, çıkartıyor. Evvelce gidilen uzun yolu
kısaltıyor ve müstakim ve selâmetli yapıyor.
Eski hükema, ahkâm-ı şer’iyeden ve akaid-i imaniye-
den bazıları için, “Bu nakildir, iman ederiz, akıl buna ye-
tişmez” demişler. Hâlbuki, bu asırda akıl hükmediyor. Be-
diüzzaman Said Nursî ise, “Bütün ahkâm-ı şer’iye ve
âb-ı hayat:
hayat suyu.
ahkâm-ı şer’iye:
şeriatın esas ve
kanunları.
akaid-i imaniye:
imanî esaslar.
akıl:
idrak, fehim.
asa-i Mûsa:
Hz. Mûsa’nın mu’ci-
zeli değneği.
asap:
sinirler.
asır:
yüzyıl.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
derecat:
dereceler.
devir:
nakil, aktarma.
düstur:
kanun, kaide.
ehil:
lâyık.
esbap:
sebepler.
hakeza:
bunun gibi.
hâlbuki:
oysa ki.
hisse:
pay, nasip.
hükema:
âlimler, filozoflar.
ilim:
bilgi.
iman:
inanma, inanç, itikat.
inkısam:
bölünme.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve fayda-
lar bulunan Kur’ân.
küngân:
su borusu.
letaif:
duygular.
massetmek:
emerek çekme.
mesail-i imaniye:
imanî me-
seleler.
meselâ:
misal olarak.
minhac-ı hakikî:
gerçek, ha-
kikî yol.
muhaliyet:
imkânsızlık.
muhtelif:
çeşit çeşit, çeşitli.
müstakim:
doğru.
nakil:
rivayet.
nefis:
şehvet, gazap, fazilet
gibi şeylerin kaynağı, ruh, can
nihayet-i âlem:
âlemin sonu.
noksan:
eksiklik.
Risale-i Nur:
Bediüzzaman
Said Nursî’nin eserlerinin adı.
ruh:
insan hayatının temeli
ve dirilik sebebi olan gayr-i
maddî cevher.
selâmetli:
tehlikelerden ve
kötülüklerden korunma.
suret:
biçim, tarz.
sır:
kalbe konulan bir lâtife.
temsil:
benzetme.
teselsül:
zincirleme.
tevzi:
dağıtmak.
ulema-i ilm-i kelâm:
kelâm
ilmi âlimleri.
Vacibü’l-Vücud:
varlığı baş-
kasının varlığına bağlı değil,
kendinden olup ezelî ve ebe-
dî olan Allah.
vücut:
var oluş.
zahmet:
sıkıntı, meşakkat.
1.
Her şeyde Allah’ın varlık ve birliğini gösteren bir pencere vardır. (İbnü’l-Mu'tez isimli bir Arab
şairin şiirinden alınmış bir mısra. İbni Kesir, Tefsirü’l-Kur'âni’l-Azîm, 1:24.)
K
ONFERANS
| 1240 | SÖZLER