bir camiayı, inayet-i İlâhî ile, Kur’ân-ı Hakîm’in cadde-i
kübrasında selâmetle ilerletmek ve mü’minlerin ve beşe-
riyetin sadece dünyalarını değil, ebedî saadetlerini temi-
ne
Risale-i Nur
gibi bir eserle vesile olmak, bu mezkûr hu-
susiyetlerin manevî şahsında toplanması,
Risale-i Nur
mü-
ellifi Bediüzzaman Said Nursî gibi, tarihte hangi bir zata
daha nasip olmuştur acaba?
Evet kardeşlerim,
Risale-i Nur
, öyle bir ziya-i hakikat, öyle bir bürhan-ı
hak ve bir sirac-ı hakikat neşrediyor ve iki cihanın saade-
tini temin edecek Kur’ân ve iman hakikatlerini ders veri-
yor ve öyle bir lütf-i İlâhîdir ki, yirmi beş seneden beri ço-
luk-çocuk, genç-ihtiyar, kadın-erkek, muallimi feylesofu,
talebesi, âlimi, mutasavvıfı gibi, her bir tabaka-i insaniye,
bu Nurun âşığı, bu Nurun pervanesi, bu Nurun meclûbu,
bu Nurun muhibbi olmuşlar, bu Nura koşmuşlar, bu Nu-
run sinesine atılmışlar, bu Nurdan medet istemişler. Mil-
yonlarca bahtiyar kimselerden müteşekkil muazzam bir
kitle bu nurla nurlanıp, bu nurla kurtulmuşlardır.
Evet kardeşlerim,
Mahzen-i mu’cizat ve mu’cize-i kübra olan Kur’ân-ı
Azîmüşşan’ın hakikî bir tefsiri olan
Risale-i Nur
, o kadar
merakaver, o kadar cazibedar, o kadar dehşetli ve muaz-
zam hakikatleri ders veriyor ve mesaili ispat ediyor ki,
iman ve İslâmiyet’in kıt’alar genişliğinde inkişaf ve fütu-
hatına medar oluyor ve olacaktır.
Evet,
Risale-i Nur
, kalblere o derece bir aşk ve
muhabbet, ruhlara o kadar bir vecd ve heyecan vermiş,
âlim:
bilgin.
aşk:
şiddetli sevgi.
bahtiyar:
bahtlı, mes’ut.
beşeriyet:
insanlık.
bürhan-ı hak:
Hakkın bürhanı.
cadde-i kübra:
büyük cadde,
Kur’ân yolu.
camia:
topluluk.
cazibedar:
çekici, cazibeli
cihan:
dünya, âlem.
dehşetli:
korkunç.
derece:
miktar.
ebedî:
sonu olmayan.
eser:
telif.
feylesof:
filozof.
fütuhat:
fetihler.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikî:
gerçek.
heyecan:
ruhî coşkunluk.
hususiyet:
ayırıcı özellik.
iman:
inanç, itikat.
inayet-i İlâhî:
Allah’ın yardımı.
inkişaf:
açılma.
İslâmiyet:
Müslümanlık.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
kitle:
yığın.
Kur’ân-ı Azîmüşşan:
şan ve şere-
fi yüce olan Kur’ân.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve fayda-
lar bulunan Kur’ân.
kıt’a:
ülke, ana kara.
lütf-i İlâhî:
Allah’ın lütfu.
mahzen-i mu’cizat:
mu’cize-
lerin toplu bulunduğu, içinde
saklandığı (kitap).
manevî:
manaya ait.
meclûp:
âşık, tutkun.
medar:
sebep.
medet:
inayet, yardım.
merakaver:
merak verici.
mesail:
meseleler.
mezkûr:
adı geçen.
muallim:
öğretmen.
muazzam:
çok büyük, önem-
li.
mu’cize-i kübra:
en büyük
mu’cize.
muhabbet:
ülfet, sevme.
muhip:
seven.
mutasavvıf:
tasavvuf ehli.
müellif:
telif eden, yazar.
mü’min:
inanan.
müteşekkil:
meydana gel-
miş, kurulmuş.
neşretmek:
yaymak.
Risale-i Nur:
Bediüzzaman
Said Nursî’nin eserlerinin adı.
ruh:
hayatın temeli ve sebebi
olan manevî varlık.
saadet:
mutluluk.
selâmet:
salimlik, eminlik.
sine:
gönül, kalb.
sirac-ı hakikat:
hakikat kan-
dili.
şahıs:
zat.
tabaka-i insaniye:
insan sı-
nıfları.
talebe:
öğrenciler.
tefsir:
Kur’ân’ın mana bakı-
mından izahı.
temin:
sağlama.
vecd:
kendini kaybedecek
şekilde hislenme.
vesile:
aracı, sebep.
zat:
kişi.
ziya-i hakikat:
hakikat ışığı.
K
ONFERANS
| 1250 | SÖZLER