hakaik-ı imaniye aklîdir. Aklî olduğunu ispata hazırım”
demiş ve
Risale-i Nur
’da ispat etmiştir.
Risale-i Nur
’da, müstesna bir edebiyat ve belâgat ve
icaz, nazirsiz, cazip ve orijinal bir üslûp vardır. Evet, Be-
diüzzaman zatına mahsus bir üslûba maliktir. Onun üslû-
bu, başka üslûplarla muvazene ve mukayese edilemez.
Eserlerin bazı yerlerinde, edebiyat kaidesine veya başka
üslûplara nazaran pek münasip düşmemiş gibi zannedi-
len bir noktaya rastlanırsa, orada gayet ince bir nükte, bir
ima veya ince bir mana veya hikmet vardır. Ve o beyan
tarzı, oraya tam muvafıktır. Fakat, o ince inceliği âlimler
de birden pek anlamadıklarını itiraf etmişlerdir. Bunun
için, Bediüzzaman’ın eserlerindeki hususiyet ve incelikle-
ri
Risale-i Nur
’la fazla iştigal etmemiş olanlar, birden in-
tikal edemezler.
Büyük şairimiz, edebiyatımızın medar-ı iftiharı merhum
Mehmed Akif, bir üdeba meclisinde, Victor Hugo’lar,
Shakespeare’ler, Descartes’lar, edebiyatta ve felsefede
Bediüzzaman’ın bir talebesi olabilirler” demiştir.
Edip ve şairler, zeval ve firaktan ağlamışlar, ölümden
vaveylâ etmişlerdir. Güz mevsimini hüzünle tasvir etmiş-
lerdir. Hatta, dünyaca meşhur Arab edipleri, “
eğer firak
olmasa idi, ölüm ruhlarımızı almak için yol bulup gele-
mezdi
” manasında,
k
Óo
Ño
°S Én
æp
MGn
hr
Qn
G = '
‹p
G Én
jÉn
æ n
Ÿr
G Én
¡ n
d r
än
ón
Ln
h Én
e p
ÜÉn
Ñr
Mn
’r
G o
án
bn
QÉn
Øo
e n
’ r
ƒn
d
demişlerdir.
Bediüzzaman ise, “Kâinattaki zeval, firak ve adem za-
hirîdir. Hakikatte firak yok, visal var. Zeval ve adem yok,
meşhur:
tanınmış.
mukayese:
karşılaştırma.
muvafık:
uygun.
muvazene:
ölçü.
münasip:
uygun.
müstesna:
başkasına benzeme-
yen, seçkin.
nazaran:
göre.
nazirsiz:
benzersiz.
nükte:
ince mana.
orijinal:
özgün.
Risale-i Nur:
Bediüzzaman Said
Nursî’nin eserlerinin adı.
ruh:
insandaki canlılığın ve dirili-
ğin ve idrak kabiliyetinin kaynağı.
şair:
şiir yazan.
talebe:
öğrenci.
tarz:
biçim, suret.
tasvir:
bir şeyi çeşitli ifade şekil-
leri ile ifade etme.
üdeba:
edebiyatçılar.
üslûp:
ifade tarzı.
vaveylâ:
çığlık, yaygara.
visal:
kavuşma.
zahirî:
görünüşte.
zat:
kendi.
zeval:
yok olma.
adem:
yokluk.
aklî:
akla dayanan, mantıklı.
âlim:
bilgin.
belâgat:
sözün düzgün, ku-
sursuz, yerinde ve hâlin ve
makamın icabına göre söy-
lenmesini öğreten ilmin adı.
beyan:
anlatma.
cazip:
çekici.
edebiyat:
duygu, düşünce,
hayal ve olayları en güzel şe-
kilde, sözlü veya yazılı olarak
ifade etme sanatı.
edip:
edebiyatçı.
eser:
telif, kitap.
felsefe:
hikmet bilgisi.
firak:
ayrılık.
güz:
sonbahar.
hakaik-ı imaniye:
iman haki-
katleri.
hakikat:
gerçek.
hikmet:
gizli sebep, İlâhî ga-
ye.
hususiyet:
ayırıcı özellik.
hüzün:
keder, üzüntü.
icaz:
az sözle çok şey anlat-
ma.
ima:
işaret etme.
intikal:
geçme, konu değiştir-
me.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
iştigal:
uğraşmak.
itiraf:
gizli bir şeyi söyleme.
kaide:
kural.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar.
mahsus:
kişiye has olan.
malik:
sahip.
mana:
anlam.
meclis:
topluluk.
medar-ı iftihar:
övünme se-
bebi.
merhum:
rahmete kavuş-
muş, ölmüş.
SÖZLER | 1241 |
K
ONFERANS