Bediüzzaman hakkında zalimâne ve cebbarâne haksızlık-
ları irtikâp eden o insafsız propagandacılar, yalanlarını
savururken, biz, Üstat ve
Risale-i Nur
’un hakkaniyetini
ilân ederek, o acip yalanlarını akim bırakmaya çalışma-
yalım? Acaba eblehlik ve safderunluk olmaz mı ki, Kur’ân
ve imanın hunhar ve müstebit zalim düşmanları, Kur’ân
ve İslâmiyet’i ve dini,
Risale-i Nur
’la, küfr-i mutlaka karşı
müdafaa ve muhafaza hizmetini yapan Bediüzzaman
aleyhtarlığında, mütemadiyen uydurmalarla seslerini yük-
seltsinler de, biz, hak ve hakikati beyan ve ilân etmekte
sükût edelim, susalım? Veya “Biraz susun” gibi bir şeyle,
paravanalar, perdeler arkasında icra-i faaliyet yapan o
gizli dinsizlere bir nevi yardım etmiş veya desteklemiş ola-
lım? Asla ve kellâ, kat’a ve asla susmayacağız! Ve hem
susturamayacaklardır. Durmayacağız ve hem durdurama-
yacaklardır. Bu can bu kafesten çıkıncaya kadar, bu ruh
bu cesetten ayrılıncaya kadar, bu nefes bu bedenden gi-
dinceye kadar,
Risale-i Nur
’u okuyacağız, neşredeceğiz.
Risale-i Nur
’un mahz-ı hakikat ve ayn-ı hak olduğunu ve
Bediüzzaman Said Nursî’nin, yapılan ithamlardan ta-
mamıyla münezzeh ve müberra olduğunu, iftiracı ve ter-
tipçi, hunhar din düşmanlarına mukabil, izhar ve ilân
edeceğiz.
Kıymetli kardeşlerim,
İslâm tarihinde, altın sahifelerde mevkileri bulunan bü-
yük ve nazirsiz zatlar meydana gelmiştir. O misilsiz zatla-
rın tefsirleri ve eserleri, hiçbir Avrupalı feylesofun eseriy-
le kabil-i kıyas olmayacak derecede emsalsizdir. O büyük
acip:
tuhaf.
akim:
neticesiz.
asla:
hiç bir vakit.
ayn-ı hak:
hakkın, gerçeğin tâ
kendisi.
beden:
vücut, cisim.
beyan:
anlatma.
cebbarâne:
zorbalıkla.
ceset:
maddî vücut
derece:
ölçü
ebleh:
ahmak.
emsalsiz:
benzersiz.
eser:
telif.
feylesof:
filozof.
hak:
doğru.
hakikat:
gerçek.
hakkaniyet:
hak ve adalete uy-
gunluk, doğruluk.
hunhar:
zalim.
icra-i faaliyet:
bir işe başlama.
ilân:
duyurma.
insafsız:
merhametsiz.
irtikâp:
kötü bir iş yapma.
İslâmiyet:
Müslümanlık.
itham:
suçlama.
izhar:
gösterme.
kabil-i kıyas:
kıyaslanabilir.
kat’a:
hiçbir vakit, asla.
kellâ:
kesinlikle.
küfr-i mutlak:
kesin ve tam
bir küfür.
kıymetli:
değerli.
mahz-ı hakikat:
hakikatin tâ
kendisi.
mevki:
makam.
misilsiz:
benzersiz.
muhafaza:
koruma.
mukabil:
karşı.
müberra:
temize çıkmış,
müstesna.
müdafaa:
savunma.
münezzeh:
uzak, beri.
müstebit:
baskıcı.
mütemadiyen:
sürekli ola-
rak.
nazirsiz:
benzersiz.
nefes:
soluk.
neşretmek:
yaymak, dağıt-
mak.
nevi:
çeşit.
paravana:
perde, görünmeyi
önlemek için araya konulan
engel.
ruh:
hayatın temeli ve sebebi
olan manevî varlık.
safderun:
temiz kalbli, saf gö-
nüllü.
sahife:
sayfa.
sükût:
susma.
tefsir:
Kur’ân’ın mana bakı-
mından izahı.
zalim:
zulmeden, gaddar.
zalimâne:
zalimce.
zat:
kişi.
K
ONFERANS
| 1248 | SÖZLER