gördükleri ve neşrettikleri âlî meziyet ve yüksek hakikate
mugayir en küçük bir şey olsa idi, en büyük ilâvelerle, şa-
şaalarla ve yaygaralarla, bu yirmi beş sene içinde, din düş-
manları tarafından dünyaya ilân edilecekti.
Nitekim, bütün bütün iftira ve ittihamlarla, cebbar,
müstebit din düşmanlarının tahrikâtıyla mahkemelere
sevk edildiği zaman, gazetelerin birinci sayfalarında, bire
yüz ilâvelerle teşhir ettirilmesi, tahkikat ve muhakeme ne-
ticesinde hiçbir suç olmadığı tahakkuk ederek, beraat et-
tiği vakit sükût edilmesi, bu hakikatin aşikâr çok delille-
rinden bir tanesidir.
Bediüzzaman, din kardeşlerine ziyade şefkatlidir. On-
ların elemleriyle elem çektiği, İslâm dünyasında hürriyet
ve istiklâl için can veren, fedaî İslâm mücahitlerinin acıla-
rıyla muztarip olduğu, Kur’ân ve İslâmiyet’e yapılan dar-
beler anında çok ıztıraplar çektiği, böyle acı acıların tesi-
ratıyla, zaten pek az yediği bir parça çorbasını da yiye-
mediği çok defa görülmüş ve görülmektedir.
Ekser günleri hastalıklar ve sıkıntılarla geçmektedir. Bir
Nur Talebesinin yazdığı gibi, “Ey millet-i İslâmın ebedî re-
fah ve saadeti için, dünyada rahatlık görmeyen müşfik
Üstadım! Senin devam eden hastalıkların cismanî değil-
dir. Dinimize icra edilen istibdat ve zulüm sona ermedik-
çe, âlem-i İslâm kurtulmadıkça senin ıztırabın dinmeye-
cektir.” Evet biz de bu kanaatteyiz.
Fakat, o elîm acılar, Bediüzzaman’ı asla ye’se düşür-
memiş, bilâkis öyle küllî ve umumî bir dinî cihada ve dua
âlem-i İslâm:
İslâm âlemi.
âlî:
yüce.
asla:
hiç bir vakit.
aşikâr:
açık.
beraat:
temize çıkma.
bilâkis:
aksine.
cebbar:
zorba.
cismanî:
maddî ve cisimli olmak.
darbe:
vurma, vuruş.
delil:
bir davayı, meseleyi ispata
yarayan şey, bürhan, kanıt.
dinî:
dine ait.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ebedî:
sonu olmayan, sürekli.
ekser:
daha ziyade, çoğu.
elem:
üzüntü, tasa.
elîm:
çok dert ve keder ve-
ren.
fedaî:
canını esirgemeyen.
hakikat:
gerçek, doğru.
hürriyet:
serbestlik, hür oluş.
ıztırap:
aşırı elem, sıkıntı.
icra:
yürütme.
iftira:
olmayan bir suçu birine
yükleme, bühtan.
ilân:
duyurma, bildirme.
ilâve:
ekleme.
istibdat:
zulüm, tahakküm ve
baskı.
istiklâl:
bağımsızlık.
ittiham:
suçlama.
kanaat:
inanma, görüş.
küllî:
bütüne ait, umumî.
meziyet:
fazilet.
millet-i İslâm:
İslâm milleti.
mugayir:
zıt, muhalif.
muhakeme:
akıl yürütme.
muztarip:
acı çeken, sıkıntılı.
mücahit:
cihad eden.
müstebit:
baskı yapan zorba.
müşfik:
şefkatli.
neşretmek:
yaymak.
netice:
sonuç.
refah:
bolluk.
saadet:
mutluluk.
sevk:
gönderme.
sükût:
susma.
şaşaa:
parlama.
şefkatli:
merhamet.
tahakkuk:
gerçekleşme.
tahkikat:
araştırmalar.
tahrikât:
tahrikler.
tesirat:
etkiler, tesirler.
teşhir:
gösterme, sergileme.
umumî:
herkese ait.
vakit:
zaman.
yaygara:
gürültü çıkarma.
yeis:
ümitsizlik.
ziyade:
çok, fazla.
zulüm:
haksızlık, eziyet.
K
ONFERANS
| 1236 | SÖZLER