Büyük ve salâbetli bir âlim olan şeyhülislâm merhum
Mustafa Sabri Efendi, Mısır’da
Risale-i Nur
’a sahip çık-
mış ve Camiü’l-Ezher Üniversitesinde en yüksek bir mev-
kie koymuştur.
Risale-i Nur
, İslâmiyet’in gayet keskin ve elmas bir kı-
lıcıdır. Bu hakikatlere bir delil ise, Bediüzzaman’ın zalim
hükümdarlara ve kumandanlara, ölümü istihkâr ederek,
hakikati pervasızca tebliğ etmesi ve dünyayı saran dinsiz-
lik kuvvetine mukabil hakaik-ı Kur’âniye ve imaniyeyi,
kendini feda ederek, istibdadın en koyu devrinde neşret-
mesi ve bu kudsî hakikate, cansiperâne hizmet etmesidir.
Bir müddeiumumî, iddianamesinde, “Bediüzzaman, ih-
tiyarladıkça artan enerjisiyle dinî faaliyete devam etmek-
tedir”; Denizli mahkemesi ehl-i vukuf raporunda, “Evet,
Said Nursî’de bir enerji vardır. Fakat bu enerjisini tarikat
veya bir cemiyet kurmakta sarf etmemiş, Kur’ân hakikat-
lerini beyan ve dine hizmete sarf ettiği kanaatine varıl-
mıştır” denilmektedir.
Din aleyhindeki eski hükûmetlerin vekillerinden birisi,
antidemokratik kanunların Millet Meclisinde müzakeresi
esnasında, “Bediüzzaman Said-i Nursî’nin dinî faaliyeti-
ne, yirmi beş seneden beri mâni olamıyoruz” demiştir.
Biz de deriz ki: Evet, Said Nursî Hazretleri, emsali gö-
rülmemiş dinamik ve enerjik bir zattır. Bediüzzaman’ın
harika bir insan olduğunu, din düşmanları olan muarızla-
rı dahi kalben tasdik ve takdir etmektedirler.
mâni:
engel olma.
merhum:
rahmete kavuşmuş, öl-
müş.
mevki:
makam.
muarız:
karşı çıkan, muhalif.
mukabil:
karşılık.
müddeiumumî:
savcı.
müzakere:
karşılıklı fikir söyle-
me, görüşme.
neşretmek:
yaymak.
pervasızca:
korkusuzca.
rapor:
her hangi bir işte, bir ko-
nuda yapılan inceleme ve araştır-
ma sonucu.
sahip:
gözeten, koruyan.
salâbet:
sağlamlık, manevî kuv-
vet.
sarf:
harcama.
şeyhülislâm:
din işleriyle, mah-
kemelerle, medrese ve ilim tahsil
eden talebelerin işleriyle görevli
kişi.
takdir:
kıymet verme, beğenme.
tarikat:
Allah’a ulaşmak için, şey-
hin gözetiminde tutulan yol.
tasdik:
doğrulama.
tebliğ:
bildirme, duyurma.
vekil:
nazır, bakan.
zalim:
zulmeden, gaddar.
zat:
kişi.
aleyh:
karşı.
âlim:
bilgin.
beyan:
anlatma.
cansiperâne:
canını feda
edercesine.
cemiyet:
birlik.
delil:
bir meseleyi ispata ya-
rayan şey, bürhan, kanıt.
devir:
zaman.
din:
kaideleri Allah tarafından
belirlenen ve peygamberler
vasıtasıyla insanlara tebliğ
edilen, insanlara dünya ve
ahirette saadet yollarını gös-
teren sistem.
dinamik:
hareketli.
dinî:
dinle alâkalı, dinle ilgili.
ehl-i vukuf:
bir mesele hak-
kında bilgi ve yetki sahibi
olanlar.
emsal:
benzerler.
enerjik:
enerji dolu.
esna:
sıra.
faaliyet:
çalışma.
feda:
gözden çıkarma.
gayet:
son derece.
hakaik-ı Kur’âniye ve imani-
ye:
iman ve Kur’ân hakikatle-
ri.
hakikat:
gerçek, esas.
harika:
olağanüstü.
hazret:
saygı, ululama.
hükûmet:
yönetim.
hükümdar:
padişah.
iddianame:
iddia yazısı.
İslâmiyet:
Müslümanlık.
istibdat:
keyfî uygulama, zu-
lüm ve tahakküm.
istihkâr:
hakir görme, kü-
çümseme.
kalben:
samimî, yürekten.
kanaat:
görüş, fikir.
kanun:
yasa.
kudsî:
mukaddes.
kumandan:
komutan.
SÖZLER | 1233 |
K
ONFERANS