olacak bir şey ve bir eser, benimle bağlanmamak gerek-
tir ve bağlanmamalı. Ve madem ehl-i dalâlet ve tuğyan,
işlerine gelmeyen bir eseri, eser sahibini çürütmekle ese-
ri çürütmek âdetleridir. Elbette sema-i Kur’ân’ın yıldızla-
rıyla bağlanan risaleler, benim gibi çok itirazata ve tenki-
data medar olabilen ve sukut edebilen çürük bir direkle
bağlanmamalı. Hem, madem örf-i nâsta bir eserdeki me-
zâyâ o eserin masdarı ve menbaı zannettikleri müellifinin
etvarında aranılıyor; ve bu örfe göre, o hakaik-ı âliyeyi ve
o cevahir-i galiyeyi kendim gibi bir müflise ve onların bin-
de birini kendinde gösteremeyen şahsiyetime mal etmek,
hakikate karşı büyük bir haksızlık olduğu için,
risaleler
kendi malım değil, Kur’ân’ın malı olarak, Kur’ân’ın reşe-
hat-ı meziyyatına mazhar olduklarını izhar etmeye mec-
burum. Evet, lezzetli üzüm salkımlarının hasiyetleri, kuru
çubuğunda aranılmaz. İşte ben de öyle bir kuru çubuk
hükmündeyim.
DÖRDÜNCÜ SEBEP:
Bazen tevazu küfran-ı nimeti
istilzam ediyor, belki küfran-ı nimet olur. Bazen de tah-
dis-i nimet iftihar olur. İkisi de zarardır. Bunun çare-i ye-
gânesi –ki ne küfran-ı nimet çıksın ne de iftihar olsun–
meziyet ve kemalâtları ikrar edip, fakat temellük etmeye-
rek, Mün’im-i Hakikî’nin eser-i in’amı olarak göster-
mektir.
Meselâ, nasıl ki murassa ve müzeyyen bir elbise-i fahi-
reyi biri sana giydirse ve onunla çok güzelleşsen, halk sa-
na dese, “Maşaallah, çok güzelsin, çok güzelleştin.” Eğer
sen tevazukârâne desen: “Haşa, ben neyim? Hiç! Bu
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 375 |
G
ÜZEL
M
EKTUPLAR
âdet:
görenek, usul, alışkanlık
cevahir-i galiye:
yüksek dere-
celi, kıymetli cevherler.
çare-i yegâne:
tek çare, tek çı-
kar yol.
ehl-i dalâlet ve tuğyan:
sapık
ve azgın kimseler.
elbise-i fahire:
kıymetli, de-
ğerli elbise.
eser-i in’am:
iyilik eseri, veri-
len nimetin eseri.
etvar:
hâl ve hareketler, işler,
tarzlar, tavırlar.
hakaik-ı âliye:
yüce gerçekler,
ulu hakikatler.
hakikat:
gerçek, doğruluk; gö-
rülen bir şeyin aslı, esası
hasiyet:
hususî fayda, özellik
hâşâ:
asla, katiyen, öyle değil,
Allah göstermesin
hükmünde:
değerinde, yerin-
de
iftihar:
gurur, övünme
ikrar:
tasdik ve kabul etme,
doğrulama
istilzam:
gerektirme
itirazat:
itirazlar.
izhar:
gösterme, açığa vurma
kemalât:
kemaller, olgunluk-
lar, mükemmellikler
küfran-ı nimet:
nimete karşı
nankörlük etme, Cenab-ı Hak-
kın ihsan ettiği nimetleri bil-
memek, hürmetsizlikte bulun-
mak, nimetlere şükürsüzlük.
madem:
...den dolayı, böyle
ise
masdar:
bir şeyin çıktığı yer,
kaynak, temel
maşaallah:
Allah’ın istediği gi-
bi, Allah’ın istediği olur anla-
mında hayret ve memnunluk
ifade eden bir ibare
mazhar:
nail olma, şereflen-
me
medar:
sebep, vesile
menba:
kaynak
meselâ:
örneğin
mezâyâ:
meziyetler, üstünlük va-
sıfları.
meziyyat:
meziyetler, üstün de-
ğerler, sıfatlar.
meziyet:
bir şeyi başkalarından
ayıran vasıf, üstünlük ve değerlilik
vasfı
murassâ:
kıymetli taşlarla, mü-
cevherlerle, sırmalarla süslenmiş,
cevherle bezenmiş, mücevherli
müellif:
eser telif eden, yazan
müflis:
iflas etmiş, her şeyini kay-
betmiş
Mün’im-i Hakikî:
nimetin, sebep-
lerin arkasındaki gerçek sahibi, ye-
dirip içiren ve rızıklandıranın tâ
kendisi olan Allah.
müzeyyen:
ziynetlendirilmiş, süs-
lü
örf-i nâs:
insanların örfü; insanlar
arasında kabul görmüş, alışkanlık
hâline gelmiş hâller, gelenekler,
an’aneler.
reşahat-ı meziyyat:
meziyetlerin
damlaları, sızıntıları, serpintileri.
sema-yı Kur’ân:
Kur’ân’ın seması.
sükût:
değerden düşme, değerini
yitirme
şahsiyet:
kişilik
tahdîs-i nimet:
Cenab-ı Hakka
karşı şükrünü eda etme ve teşek-
kür etme maksadıyla kavuştuğu
nimeti başkalarına anlatma
temellük:
sahiplenme, kendine
mâl etme
tenkîdât:
tenkidler, eleştiriler.
tevazu:
alçak gönüllülük, bir kim-
senin başkalarını kendinden kü-
çük görmemesi
tevazukârane:
alçak gönüllü ola-
na yakışır şekilde, alçak gönüllü-
lükle.