kudret-i İlâhiyeye nisbeten zerrat ve seyyarat müsavi ol-
duğunu ve haşr-i azamda umum zîruhun ihyası, bir nef-
sin ihyası kadar o kudrete kolay olduğunu ve şirkin hil-
kat-i kâinatta müdahalesi imtina derecesinde akıldan uzak
olduğunu kemal-i vuzuhla gösteren Yirminci Mektuptaki
(1)
l
ôj/
ón
b rm
Ån
°T u
?o
c »'
?n
Y n
ƒo
gn
h
kelimesi beyanında ve üç temsili
havi onun zeyli, şu azîm sırr-ı vahdeti keşfetmiştir.
Hem hakaik-ı imaniye ve Kur’âniyede öyle bir genişlik
var ki, en büyük zekâ-i beşerî ihata edemediği hâlde, be-
nim gibi zihni müşevveş, vaziyeti perişan, müracaat edi-
lecek kitap yokken, sıkıntılı ve sür’atle yazan bir adamda,
o hakaikın ekseriyet-i mutlakası dekaikıyla zuhuru, doğ-
rudan doğruya Kur’ân-ı Hakîm’in i’caz-ı manevîsinin ese-
ri ve inayet-i Rabbaniyenin bir cilvesi ve kuvvetli bir işa-
ret-i gaybiyedir.
Dördüncü İşaret
Elli-altmış risaleler –şimdi yüz otuzdur– öyle bir tarzda
ihsan edilmiş ki, değil benim gibi az düşünen ve zuhura-
ta tebaiyet eden ve tetkike vakit bulamayan bir insanın,
belki büyük zekâlardan mürekkep bir ehl-i tetkikin sa’y ve
gayretiyle yapılmayan bir tarzda telifleri, doğrudan doğ-
ruya bir eser-i inayet olduklarını gösteriyor. Çünkü bütün
bu risalelerde bütün derin hakaik, temsilât vasıtasıyla, en
âmi ve ümmî olanlara kadar ders veriliyor. Hâlbuki, o ha-
kaikın çoğunu, büyük âlimler “Tefhim edilmez” deyip, de-
ğil avama, belki havassa da bildiremiyorlar.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim adamı
âmî:
bilgisiz, cahil
avam:
kültürlü, yüksek tabakadan
olmayan; cahil halk tabakası
azîm:
büyük
beyan:
açıklama, bildirme, izah
cilve:
tecelli, görüntü
dekaik:
incelik ve derinlik
ehl-i tetkik:
dikkatle araştıranlar,
titizlikle inceleyenler.
ekseriyet-i mutlaka:
mutlak ço-
ğunluk
eser-i inayet:
lütuf eseri; ihsan,
iyilik, yardım alâmeti.
hakaik:
hakikatler, doğrular, ger-
çekler.
hakaik-ı imaniye ve Kur’âniye:
Kur’an’a ve imana dair hakikatler,
gerçekler
haşr-ı azam:
kıyamet koptuktan
sonraki en büyük haşir, toplanma.
havas:
bilgi ve yaşayışça üstün
olanlar, önde gelenler
havi:
içine alan, kapsayan, kuşa-
tan
hilkat-i kâinat:
kâinatın yaratılışı
i’caz-ı manevî:
manen mu’cize
oluş
ihata:
tam kavrayış, zihnen, aklen
ve bilgiyle kavrayış, mükemmel
bir şekilde anlama
ihsan:
bağışlama, ikram etme, lü-
tuf
ihya:
canlandırma, diriltme, hayat
verme
imtina:
bir fiilden kaçınma, çekin-
me, geri durma
inayet-i Rabbanîye:
her şeyin ter-
biye ve idare eden Cenab-ı Hakk’ın
yardımı
işaret-i gaybiye:
gaypla ilgili işa-
ret; Hz. Peygamber, müçtehit
imamlar tarafından gayba ait veri-
len haberler, işaret yolu ile yapılan
açıklamalar.
kadir:
kudret ve kuvvet sahibi ve
her şeye gücü yeten Allah
kemal-i vuzuh:
tam bir açıklık
kudret:
güç, kuvvet, iktidar
kudret-i İlâhiye:
Allah’ın kudreti,
Allah’ın kudretiyle yaptığı işler, fiil-
ler, tasarruflar.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve sure-
sinde sayısız hikmet ve faydalar
bulunan Kur’ân.
müdahale:
karışma
müracaat:
başvurma, danışma
mürekkep:
den oluşmuş, -den ol-
ma
müsavi:
eşit
müşevveş:
teşevvüşe uğramış,
düzensiz, karmakarışık
nefs:
can
nispeten:
nispetle, kıyaslayarak
sa’y:
iş, çalışma, çabalama
seyyarat:
gezegenler.
sırr-ı vahdet:
Cenab-ı Allah’ın
umum eşyada birden tecelli
eden birliğinin sırrı.
sür’at:
çabuk olma, hızlılık.
şirk:
Allah’a ortak koşma, Al-
lah’tan başka yaratıcının bu-
lunduğuna inanma
tarz:
biçim, şekil
tebaiyet:
tâbilik, tâbi olma,
uyma.
tefhim:
anlatma, açıklama,
bildirme
telif:
eser yazma
temsil:
benzetme
temsilât:
temsiller, örnekler.
tetkik:
dikkatle araştırma, in-
celeme
umum:
bütün
ümmî:
okuma yazması olma-
yan, okumamış.
vasıta:
aracılık
vaziyet:
durum
zekâ-i beşerî:
insana ait zekâ,
insan zekâsı.
zerrat:
zerreler, atomlar
zeyl:
ek, bir eserin devamı ola-
rak yazılan kısım
zîruh:
ruh sahibi, ruhlu, canlı,
hayattar.
zuhur:
görünme, belli olma,
ortaya çıkma
zuhurat:
kalbe doğan mana-
lar, birden oluveren şeyler
1.
O herşeye kâdirdir.
P
ARLAK
F
IKRALAR
| 382 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ