İşte, en uzak hakikatleri en yakın bir tarzda, en âmi bir
adama ders verecek derecede, benim gibi Türkçesi az,
sözleri muğlâk, çoğu anlaşılmaz ve bazen kısaca mücmel
yazdığından “Zahir hakikatleri dahi müşkülleştiriyor” di-
ye eskiden beri iştihar bulmuş ve eski eserleri kısmen o
sû-i iştiharı tasdik etmiş bir şahsın elinde bu harika tes-
hilât ve sühulet-i beyan, elbette, bilâşüphe, bir eser-i
inayettir ve onun hüneri olamaz ve Kur’ân-ı Kerîm’in
i’caz-ı manevîsinin bir cilvesidir ve temsilât-ı Kur’âniyenin
bir temessülüdür ve in’ikâsıdır.
Beşinci İşaret
Risaleler umumiyetle pek çok intişar ettiği hâlde, en
büyük âlimden tut, tâ en âmi adama kadar ve ehl-i kalb
büyük bir veliden tut, tâ en muannit dinsiz bir filozofa ka-
dar olan tabakat-ı nâs ve taifeler o risaleleri gördükleri ve
okudukları ve bir kısmı tokatlarını yedikleri hâlde tenkit
edilmemesi ve her taife derecesine göre istifade etmesi,
doğrudan doğruya bir eser-i inayet-i Rabbaniye ve bir ke-
ramet-i Kur’âniye olduğu gibi, çok tetkikat ve taharriya-
tın neticesiyle ancak husul bulan o çeşit risaleler, fevkalâ-
de bir sür’atle, hem idrakimi ve fikrimi müşevveş eden sı-
kıntılı inkıbaz vakitlerinde yazılması dahi, bir eser-i ina-
yet ve bir ikram-ı Rabbanîdir.
Evet, ekser kardeşlerim ve yanımdaki umum arkadaş-
larım ve müstensihler biliyorlar ki, On Dokuzuncu Mek-
tubun beş parçası, birkaç gün zarfında, her gün iki-üç sa-
atte ve mecmuu on iki saatte, hiçbir kitaba müracaat
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 383 |
G
ÜZEL
M
EKTUPLAR
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim ada-
mı
âmî:
bilgisiz, cahil
bilâşüphe:
şüphesiz, tered-
dütsüz, kuşkusuz.
cilve:
tecelli, görüntü
ehl-i kalp:
maneviyata çok
kıymet veren, kalben Cenab-ı
Hakka çok yakınlık hissedip
çok hikmetlerden anlayan zat.
ekser:
pek çok
eser-i inayet:
lütuf eseri; ih-
san, iyilik, yardım alâmeti.
eser-i inayet-i Rabbaniye:
Al-
lah’ın lütfunun, ihsanının eseri.
fevkalâde:
olağanüstü
hakikat:
gerçek, esas
hârika:
olağanüstü
husûl:
olma, meydana gelme
hüner:
marifet, bilgililik, usta-
lık
i’caz-ı manevî:
manen mu’ci-
ze oluş
idrak:
anlayış
ikram-ı Rabbanî:
bütün var-
lıkları terbiye ve idare eden Al-
lah’ın ikramı, ihsanı ve şeref-
lendirmesi
in’ikâs:
aksetme, yansıma
inkıbaz:
kasvet, tutukluk, sı-
kıntı, sıkılma
intişar:
yayılma, yaygınlaşma,
neşrolunma
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma
iştihar:
meşhur olma, şöhret
bulma, tanınma
keramet-i Kur’âniye:
Kur’ân-
’ın kerameti.
mecmu:
toplam, tüm.
muannit:
inatçı, ayak direyen.
muğlâk:
anlaşılmaz, karışık,
açık olmayan, çapraşık söz
müracaat:
başvurma, danış-
ma
müstensih:
istinsah eden, bir yazı-
nın kopyasını çıkarıp çoğaltan
müşevveş:
teşevvüşe uğramış,
düzensiz, karmakarışık
müşkül:
güçlük, zorluk
su-i iştihar:
kötü şöhret.
sühulet-i beyan:
anlatmanın ko-
laylığı, açıklama kolaylığı.
sür’at:
çabuk olma, hızlılık.
tabakat-ı nâs:
insan sınıfları, insan
katmanları
taharriyat:
araştırmalar, aramalar,
incelemeler, tahkik etmeler.
taife:
takım, güruh
tarz:
biçim, şekil
tasdik:
doğrulama, onaylama
temessül:
bir şekil ve surete gir-
me, cisimlenme
temsilât-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın
verdiği temsiller, misaller.
tenkîd:
eleştirme
teshilât:
kolaylaştırmalar.
tetkikat:
araştırmalar, incelemeler
umum:
bütün
umumiyet:
genellik
velî:
Allah’ın sevgisine, himayesi-
ne kavuşmuş, ermiş kimseler, Al-
lah dostu, evliya.
zahir:
açık, âşikar
zarfında:
süresince