Sikke-i Tasdik-i Gaybi - page 257

tevakkuf etmiş ise, bin üç yüz otuz ikide
İşaratü’l-İ’caz
’ı
telif ile beraber Eski Said’den sıyrılmak niyet edip yeni
Said suretinde bütün kuvvetiyle mücahede-i maneviyeye
başlayıp, iki-üç sene sonra da Dârülhikmet-i İslâmiyede
bir-iki sene Hazret-i Gavs-ı Geylânî’nin şu vasiyetini ve
emrini imtisal ederek envar-ı Kur’âniyeyi neşretmiş. Lil-
lâhilhamd, şimdiye kadar devam ediyor.
Bu şayan-ı hayret fıkrada cay-ı dikkat şu nokta var ki,
Hazret-i Gavs, doğrudan doğruya altıncı asırdan şu asrı-
mıza bakıyor. O altıncı asrın ahirlerinde Hülâgü felâketi
gibi feci, dehşetli meşhur fitnenin çok elim ve feci ve ku-
burdaki emvatı ağlattıracak derecede dehşetli bir nev’i, şu
on dördüncü asırda bulunuyor. Bu iki asır birbirine teva-
fuk ediyor ki, Hazret-i Şeyh ondan buna bakıyor.
Risale-i Nur Talebeleri namına
Re’fet, Hüsrev, Hafız Ali, Sabri
* * *
ŞU KERAMET-İ GAVSİYE MÜNASEBETİYLE
ÜÇ NOKTA BEYAN EDİLECEK
Birinci Nokta:
Hazret-i Gavs’ın kasidesinin başında bu
beş satırdan evvel, acip, pek garip, çok beliğ, nazdarâne
tahdis-i nimet suretinde bir dava-i iftiharkârâne ifade
eden iki sayfalık kasidesindeki harika davasına delil ola-
rak bir keramet-i bahireyi adeta mu’cizeye yakın bir ha-
rikayı göstermek lâzım geliyordu. İşte o akılları hayrette
bırakan mertebeye lâyık olduğunu gösterir bir keramet
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
âdeta:
sanki.
ahir:
son.
asr:
yüzyıl.
beliğ:
belagatla, düzgün ve sa-
natlı olarak meramını anlatan.
beyan:
açıklama, bildirme,
izah.
cay-ı dikkat:
dikkat edilecek
nokta, dikkat edilecek yer ve-
ya şey; dikkate değer.
Dârülhikmeti’l-İslâmiye:
1918-1922 yılları arasında bü-
yük hizmetler yapmış olan İs-
lâm akademisi veya Yüksek
İslâm Şurası manasındaki dinî
müessese.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
dava-i iftiharkârane:
haklı
olarak övünme davası.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, burhan.
elîm:
şiddetli, çok dert ve ke-
der veren.
emvat:
ölüler.
envar-ı Kur’âniye:
Kur’ân nur-
ları, Kur’ân’ın saçtığı parıltılar,
ışıklar.
evvel:
önce.
fecî:
elem, keder ve ıstırap ve-
ren, acıklı.
felâket:
musibet, büyük dert,
bela.
fıkra:
kısım, bölüm.
fitne:
karışıklık, bozgunculuk,
azgınlık.
garip:
tuhaf, hayret verici.
Gavs-ı Geylânî:
Abdülkadir
Geylanî Hazretleri.
hârika:
olağanüstü.
Hazret-i Gavs:
Abdulkadir
Geylanî (k.s) Hazretleri.
imtisal:
emre tamamen uy-
ma, gerekeni yapma, alınan
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 257 |
S
EKİZİNCİ
L
EM
A
emre boyun eğme.
kaside:
övgü maksadıyla yazılmış
şiir ve bu şiirin nazım şekli.
keramet:
Allah’ın velî kullarında
görülen olağanüstü hâller veya ta-
biatüstü hâdiseler.
keramet-i bâhire:
büyük, geniş
keramet.
keramet-i Gavsiye:
Seyyid Abdül-
kadir Geylânî Hazretlerinin kera-
metlerinden bahseden risale.
kubûr:
kabirler, mezarlar, türbeler.
Lillâhilhamd:
Allah’a hamdolsun
ki!.
mertebe:
derece, basamak.
mu’cize:
benzerini yapmaktan in-
sanların aciz kaldığı şey.
mücahede-i maneviye:
manevî
olarak yapılan cihat.
münasebet:
vesile, -dan dolayı.
nam:
ad.
nazdarane:
nazlı bir şekilde.
neşr:
kitap basma, çıkarma; her-
kese duyurma, yayma.
nevî:
çeşit, tür.
nokta:
konu ile ilgili bölüm.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
şayan-ı hayret:
şaşılacak, hayret
verici şey.
tahdîs-i nimet:
Cenab-ı Hakka
karşı şükrünü eda etme ve teşek-
kür etme maksadıyla kavuştuğu
nimeti başkalarına anlatma.
talebe:
öğrenci.
telif:
kitap yazma, eser ortaya
koyma.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra, ölçü
ve münasebetler içerisinde birbiri-
ne denk gelme.
tevakkuf:
duraklama, durma.
vasiyet:
bir kimsenin öldükten
sonra yapılmasını istediği şeyler
için, sağlığında verdiği emir ve ıs-
marlama.
1...,247,248,249,250,251,252,253,254,255,256 258,259,260,261,262,263,264,265,266,267,...560
Powered by FlippingBook