Sikke-i Tasdik-i Gaybi - page 250

p
¿Én
es
õdn
G
’daki şedde sayılmazsa üç yüz yirmi dokuz ediyor.
İki
O
bir sayılsa, üç yüz yirmi beş, aynen
p
âr
bn
ƒr
dG s
…p
Qp
OÉn
b r
øo
c
’deki muhatap o olmasına işaret ediyor, belki delâlet edi-
yor. Eğer
p
¿Én
es
õdn
G
’daki okunmayan
elif-lâm
sayılsa, kaide-
ten
s
…p
Qp
OÉn
b
’ye dahi bir
elif-lâm
dâhil olmak lâzım gelir.
Çünkü tarif için, muzafun ileyh kalktıktan sonra
elif-lâm
lâzım gelir, o halde dahi müsavi olurlar.
DÖRDÜNCÜ VECİH:
Bu beş satırda Hazret-i Şeyh, is-
tikbalde bir müridine teminat veriyor,
( r
?n
în
J n
’n
h r
?o
b )
“Korkma, sözlerini söyle” diyor. Sen şark ve garba gide-
ceksin; çok fitnelere ve şerlere girip, umumunda esbab-ı
âdiyenin fevkinde bir tarzla kurtularak mahfuz kalacak-
sın. Evet, bu hizmet-i Kur’âniye içindeki zat, hakikaten
esaretle şarka gitti. Ve yine acip bir esaretle Asya’nın
garbında on dokuz sene kaldı. Hazret-i Şeyhin dediği
gibi, çok şehirleri gezdi. Mücahedesi
Sözler
’ledir.
r
?n
în
J n
’n
h r
?o
b
hükmüyle, çekinmeyerek Hazret-i Şeyhin
dediği gibi yapmış. Yirmi sene zarfında yirmi fitne ve
mehalik-i azîmeye düştüğü halde, bir hıfzı gaybî ile Haz-
ret-i Şeyhin dediği gibi mahfuz kalmış. Hem fevkal-
me’mul, bir gurbet diyarında fevkalâde inayete mazhari-
yeti o dereceye gelmiş ki, bir risale sırf o inayatın tada-
dında yazılmıştır. Hazret-i Gavs’ın dediği gibi, biz onun
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
dahil:
girme, içinde olma.
delâlet:
delil olma, gösterme; ala-
met, işaret.
diyar:
memleket.
esaret:
esirlik, tutsaklık, hüküm
altında bulunma.
esbab-ı âdiye:
sıradan, bayağı se-
bepler.
fevkalâde:
olağanüstü.
fevkalme’mul:
umulanın üstün-
de, umulandan çok fazla.
fevkinde:
üstünde.
fitne:
karışıklık, bozgunculuk, az-
gınlık.
garp:
batı, Batı’da kalan bölgeler.
gurbet:
yabancı memleket, doğup
büyünülen yer dışında kalan yer-
ler.
hakikaten:
hakikat olarak, doğru-
su, gerçekten.
hıfz-ı gaybî:
gizli koruma.
hizmet-i Kur’âniye:
Kur’an
hizmeti.
hüküm:
karar, emir.
inayat:
lütuflar, ihsanlar, iyilik-
ler, yardımlar.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
istikbal:
gelecek zaman.
kaideten:
kaide ve hükümlere
göre, kurala uygun olarak, ka-
ideye göre, kaide gereğince.
mahfuz:
hıfz olunmuş, korun-
muş.
mazhariyet:
manevî hallerin,
keşiflerin görünmesi, nail ol-
ma, şereflenme.
mehalik-i azime:
büyük tehli-
keler.
muhâtab:
kendisine hitap olu-
nan, söz söylenilen kimse.
muzâfunileyh:
isim tamlama-
sında belirtenin bağlı bulundu-
ğu ismin hâli; tamlanan.
mücahede:
savaşma, müca-
dele.
mürit:
tarikatta bir şeyh ve
mürşide bağlanarak tarikat
usul ve âdetleri ile tasavvufî
hakikatleri öğrenen kimse.
müsavi:
eşit.
şark:
doğu, doğu bölgeleri.
şedde:
Arapça ve Farsçada iki
defa okunması gereken bir
harfin üzerine konulan ve o
harfi iki defa okutan işaret.
şer:
kötülük.
tadat:
sayma.
tarif:
bir şeyi bütün vasıflarını
içine alacak şekilde anlatma.
tarz:
biçim, şekil.
temînât:
güvence.
umum:
bütün, hepsi.
vecih:
cihet, yön.
zarfında:
süresince.
zat:
kişi, şahıs.
S
EKİZİNCİ
L
EM
A
| 250 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ
1...,240,241,242,243,244,245,246,247,248,249 251,252,253,254,255,256,257,258,259,260,...560
Powered by FlippingBook