İKİNCİ CİHET:
Bu muannit zamanda, bedihî davaları
ve zahirî hüccetleri kabul etmeyenlere karşı, böyle işa-
rat-ı gaybiye nev’inden hodfüruşâne bir tarzda izhar et-
mek hoşuma gitmemekti.
En nihayet, esaretimin sekizinci senesinde, en işken-
celi ve en sıkıntılı bir zamanda, gayet kuvvetli bir teselli
ve teşvike muhtaç olduğumuzdan bana ihtar edildi ki: Bu-
nu, tahdis-i nimet ve bir şükr-i manevî nev’inden izhar et.
Hem korkma, kanaat verecek derecede kuvvetlidir. Bu
izharda en mühim maksadım, esrar-ı Kur’âniyeye ait olan
risalelerin makbuliyetine Gavs-ı Azamın imza basması
nev’inden olduğudur. İkinci maksadım, o kudsî Üstadımın
kerametini izhar etmekle, keramat-ı evliyayı inkâr eden
mülhitleri iskât edip, hizmet-i Kur’âniyeye fütur verecek
çok esbaba maruz ve çok avaika hedef olan arkadaşları-
mın kuvve-i maneviyesini takviye ve şevklerini tezyit ve
füturlarını izale etmek idi.
Benim için bir nevi hodfüruşluk nev’inden olduğu için
ehemmiyetli zarardır. Fakat o zararımı, o kudsî Üstadım
ve arkadaşlarım hatırı için kabul ettim. Şu “Keramet-i
Gavsiye Risalesi” tedricen istihraç edildiği için, birkaç par-
ça ve tetimmelere inkısam etti. Gittikçe, birbirini tenvir
ve teyid ettikçe vuzuh peyda ediyor. İşaretin bazısında za-
af varsa da, sair arkadaşlarının ittifakından aldığı kuvvet
o zaafı izale eder.
* * *
avaik:
engeller, zorluklar, zor işler.
bedihî:
delil ve ispata muhtaç ola-
mayacak derecede açık ve ortada
olan.
cihet:
yön.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
ehemmiyetli:
önemli.
esaret:
esirlik, tutsaklık, hüküm
altında bulunma.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
esrar-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın sırları,
Kur’ân’a ait gizlilikler.
fütur:
zayıflık, gevşeklik, usanç.
Gavs-ı Azam:
en büyük gavs, Ab-
dülkadir-i Geylânî Hazretlerinin
namı.
gayet:
son derece.
hizmet-i Kur’âniye:
Kur’an hizme-
ti.
hodfüruş:
kendini beğendirmeye
çalışan, övünen.
hodfüruşâne:
kendini beğendir-
meye çalışarak.
hüccet:
delil.
ıskat:
düşürme, hükümsüz bırak-
ma.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
inkâr:
reddetme, inanmama, ka-
bul ve tasdik etmeme.
inkısam:
bölünme, parçalanma.
istihraç:
bir şeyden bir şey çıkar-
ma, sonuç çıkarma, mana çıkar-
ma.
işarat-ı gaybiye:
gaypla ilgili işa-
retler; Hz. Peygamber, müçtehit
imamlar tarafından gayba ait veri-
len haberler, işaret yolu ile yapılan
açıklamalar.
ittifak:
birleşme, birlik oluşturma.
izale:
giderme, ortadan kaldırma.
izhar:
gösterme, açığa vurma.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
keramat-ı evliya:
velilerin, Allah
dostlarının kerametleri.
keramet:
Allah’ın velî kullarında
görülen olağanüstü hâller veya ta-
biatüstü hâdiseler.
Keramet-i Gavsiye:
Seyyid Abdül-
kadir Geylânî Hazretlerinin kera-
metlerinden bahseden risale.
kudsî:
mukaddes, yüce.
kuvve-i manevîye:
manevî
güç, moral.
makbuliyet:
makbullük, be-
ğenilmişlik, geçerlilik.
maruz:
bir şeyin etkisi ve tesiri
altında bulunma.
muannit:
inatçı, ayak direyen.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
mülhit:
İslâm dininden ayrılan,
Allah’ı inkar eden, dinsiz,
imansız.
nev:
tür, çeşit.
nevî:
çeşit, tür.
nihayet:
en sonunda.
peydâ:
meydana gelme, açığa
çıkma.
sâir:
diğer, başka, öteki.
şevk:
şiddetli arzu, istek; keyif,
neşe.
şükr-i manevî:
insanın duygu
ve azalarıyla ettiği şükür, ma-
nevî şükür.
tahdîs-i nimet:
Cenab-ı Hakka
karşı şükrünü eda etme ve te-
şekkür etme maksadıyla ka-
vuştuğu nimeti başkalarına
anlatma.
takviye:
kuvvetlendirme, sağ-
lamlaştırma.
tarz:
biçim, şekil.
tedrîcen:
tedricle, yavaş ya-
vaş.
tenvir:
nurlandırma, aydınlat-
ma, ışıklandırma.
teselli:
avutma, acısını dindir-
me.
tetimme:
bir konuyu veya
eseri tamamlamak için ekle-
nen kısım, ek.
teyit:
kuvvetlendirme, sağ-
lamlaştırma; doğru çıkarma.
tezyit:
arttırma, çoğaltma.
vuzuh:
vazıh olma hali, açıklık.
zaaf:
zayıflık, kuvvetsizlik.
zahirî:
görünürde.
S
EKİZİNCİ
L
EM
’
A
| 246 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ