hastalıklarını tedavi ediyorsun. Hâlbuki en ziyade hasta
sensin. Sen, evvel kendine tabib ara, şifa bul; sonra baş-
kasının şifasına çalış.” İşte o vakit, o tefeül sırrıyla, mad-
dî hastalığım gibi manevî hastalığımı da kat’iyen anladım.
O şeyhime dedim: “Sen tabibim ol.” Elhak, o tabibim ol-
du. Fakat pek şiddetli ameliyat-ı cerrahiye yaptı.
Fütuhü’l-
Gayb
kitabında “Ya gulâm!” tabir ettiği bir talebesine pek
müthiş ameliyat-ı cerrahiye yapıyor. Ben kendimi o gu-
lâm yerine vaz ettim. Fakat pek şiddetli hitap ediyordu:
“Eyyühe’l-münafık,” “Ey dinini dünyaya satan riyakâr” di-
ye, diye... Yarısını ancak okuyabildim. Sonra o risaleyi
terk ettim. Bir hafta bakamadım. Fakat ameliyat-ı cerra-
hiyenin arkasından bir lezzet geldi; iştiyakla o mübarek
eseri acı tiryak gibi veya sulfato gibi içtim. Elhamdülillâh,
kabahatlerimi anladım, yaralarımı hissettim, gurur bir de-
rece kırıldı.” (Hocamızın sözü bitti.)
İşte hocamızın bu macera-i hayatiyesi gösteriyor ki,
Hazret-i Şeyhin müteveccih olduğu ve ehemmiyetle bah-
settiği ve istikbalde gelecek müridi bu olmak için kuvvetli
bir ihtimaldir. Hazret-i Şeyhin vefatından sonra hayatta
oldukları gibi tasarrufu ehl-i velâyetçe kabul edilen üç ev-
liya-i azîmenin en azamı o Hazret-i Gavs-ı Geylânî’dir. Ve
demiş:
(1)
o
Üo
ôr
¨n
J n
’ '
¤o
©r
dG p
?n
?n
a '
¤n
Y Gk
ón
Hn
G @ Én
æ°o
ùr
ªn
°Tn
h n
Ú/
ds
hn
’r
G ¢o
Sƒo
ªo
°T r
ân
?`n
`an
G
fıkrasıyla ba’delmemat dua ve himmetiyle müridlerinin ar-
kasında ve önünde bulunmasıyla, böyle harika keramet-i
acibe ile meşhur bir zat, elbette böyle bir zamanda
ameliyat-ı cerrahiye:
cerrahî
ameliyat, cerrahî operasyon.
âzam:
en büyük.
ba’delmemat:
ölümden sonra, öl-
dükten sonra.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
ehl-i velâyet:
velî olanlar; erenler,
Allah’ın dostluğunu kazananlar,
velîlik sıfatını taşıyanlar.
elhak:
hakkın tâ kendisi, tam doğ-
rusu; doğrusu ya.
elhamdülillâh:
Allah’a hamd ol-
sun, Allah’a şükür.
evliya-i azîme:
büyük velîler.
evvel:
önce.
eyyühe’l-münafık:
ey münafık.
fıkra:
kısım, bölüm.
Fütuhü’l-Gayb:
Abdülkadir-i Gey-
lânî Hazretlerinin bir eseri.
Gavs-ı Geylânî:
Abdülkadir Geyla-
nî Hazretleri.
gulam:
genç, delikanlı, bıyığı he-
nüz bitmemiş genç.
gurur:
kibir, kendi yüksek ve de-
ğerli tutarak böbürlenme.
hârika:
olağanüstü.
himmet:
manevî yardım, ihsan,
lütuf.
hitap:
söz söyleme, topluluğa ve-
ya birisine karşı konuşma.
ihtimal:
olabilirlik.
istikbal:
gelecek zaman.
iştiyak:
aşırı isteme, çok fazla arzu
etme.
kat’iyen:
katî olarak, kesin olarak,
kesinlikle.
keramet-i acîbe:
hayrette bırakan
keramet.
macera-i hayatiye:
hayat mace-
rası, hayat serüveni.
maddî:
madde ile alakalı, cis-
manî.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
mürit:
tarikatta bir şeyh ve
mürşide bağlanarak tarikat
usul ve âdetleri ile tasavvufî
hakikatleri öğrenen kimse.
müteveccih:
bir cihete dönen,
yönelen.
müthiş:
dehşet veren, ürkü-
ten, dehşetli, korkunç.
riyakâr:
riya eden, iki yüzlü,
sahtekâr.
sır:
gizli hakikat.
şifa:
bedenî ve ruhî bir hastalı-
ğın son bulması, sağlığına ka-
vuşma.
tabip:
hasta tedavi eden kim-
se, hekim, doktor.
tabir:
ifade.
talebe:
öğrenci.
tasarruf:
velîlerin Allah’ın izni
dairesinde eşya ve varlıklar
üzerindeki manevî tesirleri,
keramet.
tefe’ül:
bir kitabı rastgele aça-
rak denk gelen yeri okuma ve
o kısmı uğurlu sayma.
tiryak:
en iyi çare, baş ilâç.
vaz:
koyma, konulma.
vefat:
ölüm.
zat:
kişi, şahıs.
ziyade:
çok, fazla.
1.
Eskilerin güneşleri söndü. Bizim güneşimiz ise yüce felekte sonsuza kadar batmayacaktır.
S
EKİZİNCİ
L
EM
’
A
| 252 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ