ve mahlûklara karşı derece-i şiddette olsa, o makam-ı
muallâ-i nübüvvete lâyık düşmüyor. demek, kur’ân-ı
Hakîm’in parlak bir i’caz ile, parlak bir surette gösterdi-
ği ve ism-i
Rahîm
’in vusulüne vesile olan hissiyat-ı Yaku-
biye, yüksek bir derece-i şefkattir. İsm-i
Vedûd’
a vesile-i
vusul olan aşk ise, züleyha’nın Yusuf Aleyhisselâma kar-
şı olan muhabbet meselesindedir. demek, kur’ân-ı
Mu’cizülbeyan, Hazret-i Yakup Aleyhisselâmın hissiyatı-
nı ne derece züleyha’nın hissiyatından yüksek göster-
mişse, şefkat dahi o derece aşktan daha yüksek görünü-
yor.
üstadım İmam-ı rabbanî, aşk-ı mecazîyi makam-ı nü-
büvvete pek münasip görmediği için demiş ki: “Meha-
sin-i Yusufiye, mehasin-i uhreviye nev’inden olduğun-
dan, ona muhabbet ise mecazî muhabbetler nev’inden
değildir ki, kusur olsun.”
(1)
Ben de derim: “ey üstat, o tekellüflü bir tevildir. Ha-
kikat şu olmak gerektir ki: o, muhabbet değil, belki yüz
defa muhabbetten daha parlak, daha geniş, daha yüksek
bir mertebe-i şefkattir.”
evet, şefkat bütün envaıyla lâtif ve nezihtir. Aşk ve
muhabbet ise, çok envaına tenezzül edilmiyor.
Hem, şefkat pek geniştir. Bir zat, şefkat ettiği evlâdı
münasebetiyle, bütün yavrulara, hatta zîruhlara şefkatini
ihata eder ve
Rahîm
isminin ihatasına bir nevi âyinedar-
lık gösterir. Hâlbuki aşk, mahbubuna hasr-ı nazar edip,
her şeyi mahbubuna feda eder; yahut, mahbubunu i’lâ
aşk:
şiddetli sevgi.
aşk-ı mecazî:
mecazî aşk, nefis
ve şehveti doyuran, tatmin eden
aşk; Allah sevgisine ulaştıran,
Onun yarattıklarından birini sev-
me; dünyaya karşı gösterilen aşı-
rı istek.
âyinedar:
ayna tutan.
derece-i şefkat:
sevgi ve şefkat
mertebesi.
derece-i şiddet:
şiddet derecesi,
şiddetli bir derece.
enva:
çeşitler.
evlât:
veletler, çocuklar.
feda etmek:
uğruna vermek.
hakikat:
gerçek.
hâlbuki:
oysa ki.
hasr-ı nazar:
bir şeye bakıp ona
dikkat etme, dikkati sadece bir
yere yöneltme.
hissiyat:
hisler, duygular.
hissiyat-ı Yakubiye:
Hz. Ya-
kup’un (
AS
) hisleri, duyguları.
i’caz:
mu’cize olma, mu’cizelik
özelliği.
ihata:
kuşatma, kapsama.
i’lâ:
yüceltme.
ism-i Rahîm:
sonsuz merhamet
sahibi olan Allah’ın Rahîm ismi.
ism-i Vedûd:
seven ve sevilen
manasında Cenab-ı Hakkın bir is-
mi.
kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve fayda-
lar bulunan Kur’ân.
kur’ân-ı Mu’cizülbeyan:
açıkla-
malarıyla akılları benzerini yap-
maktan âciz bırakan Kur’ân-ı Ke-
rîm.
kusur:
özür, eksiklik.
lâtif:
hoş, güzel.
lâyık:
uygun, münasip.
mahbup:
sevilen, sevgili.
mahlûk:
Allah tarafından yaratı-
lanlar.
makam-ı muallâ-i nübüvvet:
peygamberliğin yüce makamı.
makam-ı nübüvvet:
pey-
gamberlik makamı.
mecazî muhabbet:
hakikî ol-
mayan muhabbet, sevgi.
mehasin-i uhreviye:
Ahirete
ait güzellikler.
mehasin-i Yusufiye:
Hz. Yu-
suf’a (
AS
) ait güzellikler.
mertebe-i şefkat:
şefkat de-
recesi.
mesele:
ehemmiyetli iş, ko-
nu.
muhabbet:
sevgi
münasebet:
ilgi, vesile.
münasip:
uygun.
nev:
tür, çeşit.
nezih:
temiz.
Rahîm:
sonsuz merhamet sa-
hibi olan Allah..
suret:
biçim, şekil.
şefkat:
acıyarak ve esirgeye-
rek sevme, içten ve karşılıksız
merhamet, sevgi.
tekellüf:
zorlama.
tenezzül:
alçalma, inme.
tevil:
bir fikir veya sözden bir
başka mana çıkarma, yorum.
üstat:
bir ilim veya sanatta
üstün olan öğretici, hoca.
vesile:
vasıta, aracı.
vesile-i vusul:
kavuşma vesi-
lesi.
vusul:
kavuşma, erişme.
zat:
kişi.
zîruh:
ruh sahibi, canlı.
S
ekizinci
m
ekTup
| 52 | Mektubat
1.
İmam-ı Rabbanî, Mektubat, 3:134 (100. Mektup).