İşte, şu gurbet içinde ayrı diğer bir daire-i gurbet açıl-
dı. o da, geçen bahar gibi alâkadar olduğum ekser mev-
cudat beni bırakıp gittiklerinden hâsıl olan firkatli bir gur-
beti hissettim. Ve şu gurbet içinde bir daire-i gurbet da-
ha açıldı ki, vatanımdan ve akaribimden ayrı düşüp yal-
nız kaldığımdan tevellüt eden firkatli bir gurbeti hisset-
tim.
Ve şu gurbet içinde, gecenin ve dağların garibâne va-
ziyeti bana rikkatli bir gurbeti daha hissettirdi.
Ve şu gurbetten dahi, şu fânî misafirhaneden ebedü-
lâbâd tarafına harekete amade olan ruhumu fevkalâde
bir gurbette gördüm. Birden, “Fesübhanallah” dedim.
“Bu gurbetlere ve karanlıklara nasıl dayanılır?” düşün-
düm. kalbim feryat ile dedi:
yâRab!Garibem,bîkesem,zaifem,nâtüvanem,ali-
lem,âcizem,ihtiyarem.
Bîihtiyârem,el-amangûyem,afcûyem,medethâhem;
zidergâhetİlâhî!
Birden nur-i iman, feyz-i kur’ân, lütf-i rahman
imdadıma yetiştiler. o beş karanlıklı gurbetleri, beş
nuranî ünsiyet dairelerine çevirdiler. lisanım
(1)
o
?«/
c
n
ƒ r
dG n
ºr
©p
fn
h *G Én
æo
Ñ°r
ùn
M
söyledi; kalbim
t
Ün
Q n
ƒo
gn
h o
âr
?s
c
n
ƒn
J p
¬r
« n
?n
Y n
ƒo
g s
’p
G n
¬ '
dp
G n
’ *G n
» p
Ñ° r
ùn
M r
?o
?n
a Gr
ƒ s
dn
ƒn
J r
¿p
Én
a
(2)
p
º«/
¶n
©r
dG ¢p
Tr
ön
©r
dG
ayetini okudu; aklım dahi ıztırabından ve
dehşetinden feryat eden nefsime hitaben dedi:
âcizem:
güçsüzüm, âcizim.
afcûyem:
af diliyorum.
akarip:
akrabalar, yakınlar.
alâkadar:
ilgili, münasebetli, bağ-
lı..
alîlem:
hastayım.
arş:
göğün en yüksek katı.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
bîihtiyârem:
iradesizim, kendi
irade ve seçimimle hareket ede-
miyorum.
bîkesem:
kimsesizim.
daire-i gurbet:
gariplik, yabancı-
lık dairesi.
ebedülâbâd:
tükenmez ebedî
hayat, cennet.
ekser:
en çok, daha ziyade.
el-amangûyem:
aman diliyorum.
fânî:
ölümlü, geçici.
feryat:
yüksek sesle bağırma, ça-
ğırma.
fesübhanallah:
“Allah’ı her türlü
kusur ve eksiklerden tenzih ede-
rim” anlamında olup, hayret ifa-
desi olarak kullanılır, söylenir
fevkalâde:
olağanüstü, alışılmışın
dışında olan hâl.
feyz-i kur’ân:
Kur’ân’ın feyzi,
Kur’ân’ın verdiği ilim, ilham ve
bereket çokluğu .
firkat:
ayrılık, hasret.
garibâne:
garipçesine, garip gibi.
garibem:
garibim yalnız ve kim-
sesizim.
gurbet:
doğup yaşanılmış yerden
uzakta kalan; yabancılık, gariplik
harekete amade:
harekete hazır.
hâsıl olma:
ortaya çıkma, mey-
dana gelme.
hitaben:
hitap ederek, söyleye-
rek.
ıztırap:
aşırı elem, sıkıntı.
ibadet:
Allah’ın emrettiklerini ye-
rine getirme, kulluk, Allah’a karşı
kulluk vazifesini yapmak.
ihtiyarem:
yaşlıyım.
ilâh:
ma’bud, kendisine ibadet
edilen.
İlâhî:
yakarış, Ey Allah’ım!
imdat:
yardım.
kâfi:
yeterli.
lâyık:
yakışır, uygun.
lisan:
dil.
lütf-i Rahman:
her varlığın rızkını
çok güzel şekilde karşılayan Ce-
nab-ı Hakkın bağışı.
medethâhem:
yardım imdat isti-
yorum.
mevcudat:
var olanlar, varlıklar.
misafirhane:
yolcuların konakla-
dığı yer.
nâtüvanem:
hâlsiz, iktidarsız
ve çaresizim.
nefis:
kişinin kendisi.
nuranî:
nurlu, aydınlık.
nur-i iman:
imandan gelen
nur.
peygamber:
Allah’ın elçisi.
Rab:
her şeyin maliki, yara-
tan, besleyen, mahlûkatı ıslah
ve terbiye eden, Allah.
rikkatli:
üzüntülü, acıklı.
tevekkül:
Allah’a dayanma
ve güvenme, vekil kılma, işi
başkasına havale etme.
tevellüt:
doğma, meydana
gelme.
ünsiyet:
alışkanlık, yakınlık.
vaziyet:
durum, hâl.
vekil:
kullarının işlerine ve
rızkına kefil olan, her şeyi ida-
resi altında bulunduran, ken-
disine dayanılan, gözeten, şa-
hit ve koruyucu Allah (c.c.).
zaifem:
zayıf ve güçsüzüm.
zidergâhet:
senin dergâhın-
dan, katından, yüce İlâhî ka-
tından.
a
lTıncı
m
ekTup
| 44 | Mektubat
1.
Allah bize kâfidir. O ne güzel vekildir. (Âl-i İmran Suresi: 173.
2.
Ey Peygamber, eğer insanlar senden yüz çevirirse, sen de ki: “Allah bana yeter. Ondan baş-
ka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi de Odur.”
(Tevbe Suresi: 129.)