İkincisi
, feraiz-i diniyeye ve sünnet-i seniyeye tarikat
perdesi altında hizmettir.
Üçüncüsü
, tasavvuf yoluyla emraz-ı kalbiyenin izale-
sine çalışmak, kalp ayağıyla sülûk etmektir. Birincisi
farz, ikincisi vacip, bu üçüncüsü ise sünnet hükmünde-
dir.
Madem hakikat böyledir; ben tahmin ediyorum ki,
eğer Şeyh Abdülkadir-i geylânî (
rA
) ve Şah-ı nakşibend
(
rA
) ve İmam-ı rabbanî (
rA
) gibi zatlar bu zamanda ol-
saydılar, bütün himmetlerini hakaik-ı imaniyenin ve aka-
id-i İslâmiyenin takviyesine sarf edeceklerdi. Çünkü, sa-
adet-i ebediyenin medarı onlardır. onlarda kusur edilse,
şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir.
İmansızcennetegi-
demez;fakattasavvufsuzcennetegidenpekçoktur.
ek-
meksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir.
Ta-
savvufmeyvedir,hakaik-ıİslâmiyegıdadır.
eskiden kırk
günden tut, tâ kırk seneye kadar bir seyrüsülûk ile bazı
hakaik-ı imaniyeye ancak çıkılabilirdi. Şimdi ise, Cenab-ı
Hakkın rahmetiyle, kırk dakikada o hakaika çıkılacak bir
yol bulunsa, o yola karşı lâkayt kalmak, elbette kâr-ı akıl
değil. İşte, otuz üç adet sözler, böyle kur’ânî bir yolu aç-
tığını, dikkatle okuyanlar hükmediyorlar.
Madem hakikat budur; esrar-ı kur’âniyeye ait yazılan
sözler, şu zamanın yaralarına en münasip bir ilâç, bir
merhem ve zulümatın tehacümatına maruz heyet-i İslâ-
miyeye en nafi bir nur ve dalâlet vadilerinde hayrete dü-
şenler için en doğru bir rehber olduğu itikadındayım.
Mektubat | 41 |
B
eşinci
m
ekTup
merhem:
ilâç.
münasip:
uygun.
nafi:
faydalı.
nur:
parıltı, ışık.
perde:
örtü.
rahmet:
acıma, merhamet etme,
şefkat gösterme.
rehber:
kılavuz.
saadet-i ebediye:
sonsuz mutlu-
luk.
sarf etmek:
harcamak.
sebebiyet vermek:
sebep olmak,
yol açmak.
seyr-i sülûk:
ruhun manevî ma-
kamlardaki seyir ve seyahati, bir
terbiye yoluna girip devam etme.
sülûk:
bir yola girme, yol tutma.
sünnet:
Hz. Muhammed’in (
ASM
)
söz, fiil, emir ve kabulleri veya
takrirleri.
sünnet-i seniye:
Hz. Muham-
med’in (
ASM
) yüce sünneti.
şekavet-i ebediye:
ebedî, sonsuz
sıkıntı ve azap.
şeyh:
bir tarikatte en üst derece-
de bulunan değerli kimse.
tahmin:
aşağı yukarı bir fikir söy-
leme.
takviye:
kuvvetlendirme, pekiş-
tirme.
tarikat:
Allah’a ulaşmak için tutu-
lan yol, şeyhin gözetiminde müri-
din takip edeceği eğitim, usul ve
yolu.
tasavvuf:
İslâmiyetin temel
prensiplerine dayanarak, Allah’a
ulaşma yolundaki kalbe, ahlâka,
ruha, ait bilgiler.
tehacümat:
hücumlar, saldırışlar.
vacip:
yerine getirilmesi Müslü-
man için gerekli olan İlâhî emir,
terki caiz olmayan emir, dini ba-
kımdan şart olan, kesinlik bakı-
mından farzdan sonra gelen.
zat:
kişi, şahıs.
zulümat:
karanlıklar.
akaid-i İslâmiye:
İslâm
inançları ve esasları.
Cenab-ı Hak:
Allah.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten
ayrılmak, inançsızlık.
elbette:
kesinlikle, her hâlde.
emraz-ı kalbiye:
kalp hasta-
lıkları.
esrar-ı kur’âniye:
Kur’ân’a ait
sırlar.
farz:
kesinlikle yapılması ge-
rekli olan emir.
feraiz-i diniye:
dinin emretti-
ği farzlar.
gıda:
insanı besleyen şeyler,
besin.
hakaik:
hakikatler, doğrular.
hakaik-ı imaniye:
iman haki-
katleri, imana ait hakikatler,
imanî gerçekler.
hakaik-ı İslâmiye:
İslâmiye-
tin gerçekleri, İslâmiyetin ha-
kikatleri.
hakikat:
gerçek.
heyet-i İslâmiye:
İslâm top-
luluğu, Müslümanlar.
himmet:
çalışma, çabalama,
gayret gösterme.
hükmetme:
karar verme.
hükmünde:
değerinde.
ilâç:
deva, çare.
itikat:
inanma, inanç.
izale:
giderme.
kalp:
İnsanın manevî bünye-
sindeki hislerin ve duyguların
merkezi.
kâr-ı akıl:
aklın kabul edece-
ği.
kur’ânî:
Kur’ân’a uygun.
kusur:
noksan, özür.
lâkayt kalmak:
ilgisiz kal-
mak, kayıtsız kalmak.
lâkayt:
ilgisiz, kayıtsız.
maruz:
uğrama, etkilenme.
medar:
sebep, vesile.