Aleyhissalâtü Vesselâm almış. Yani,
(1)
Én
¡n
cÉn
æ`r
Ls
hn
R
’nın
işaretiyle, o nikâh bir akd-i semavî olduğuna delâletiyle,
harikulâde ve örf ve muamelât-ı zahiriye fevkinde, sırf
kaderin hükmüyledir ki, resul-i ekrem Aleyhissalâtü
Vesselâm o hükm-i kadere inkıyat göstermiştir ve mec-
bur olmuştur; nefis arzusuyla değildir.
Şu kader hükmünün de ehemmiyetli bir hükm-i şer’î
ve mühim bir hikmet-i ammeyi ve şümullü bir maslahat-ı
umumiyeyi tazammun eden
(2)
r
ºp
¡p
FBÉ`n
«p
Yr
On
G p
êGn
hr
Rn
G ?/
a l
ên
ôn
M n
Ú/
æp
erD
ƒo
Ÿr
G n
¤n
Y n
¿ƒo
µ
n
j n
’ r
?n
µ
p
d
ayet-i kerîmesinin işaretiyle, büyüklerin küçüklere “oğ-
lum” demeleri, zıhar meseleleri gibi, yani karısına
“Anam gibisin” dese haram olduğu gibi değildir ki, ah-
kâm onunla değişsin. Hem büyüklerin raiyetlerine ve
peygamberlerin ümmetlerine pederâne nazar ve hitapla-
rı, vazife-i risalet itibarıyladır; şahsiyet-i insaniye itibarıy-
la değildir ki, onlardan zevce almak uygun düşmesin.
• İkinci bir tabakanın hisse-i fehmi şudur ki:
Bir büyük amir, raiyetine pederâne bir şefkatle bakar.
eğer o amir, zahirî ve bâtınî bir padişah-ı ruhanî olsa,
merhameti pederin yüz defa şefkatinden ileri gittiği için,
raiyetinin efradı, onun hakikî evlâdı gibi, ona peder
nazarıyla bakarlar. peder nazarı ise, zevç nazarına inkı-
lâp edemediğinden ve kız nazarı da zevce nazarına ko-
layca değişmediğinden; efkâr-ı ammede, peygamberin,
Mektubat | 49 |
Y
edinci
m
ekTup
hükm-i şer’î:
dinî hüküm, dinin
konusu.
hükmüyle:
kararıyla, emriyle.
hüküm:
karar, emir.
İlâhî akit:
Hz. Zeynep’i, Peygam-
berimize, Cenab-ı Hakkın nikâhla-
ması.
inkılâp:
değişme, dönüşme.
inkıyat:
boyun eğme, itaat etme.
itibarıyla:
özelliği bakımından.
kader:
Allah’ın meydana gelecek
hâdiseleri olmadan önce takdir
ve tayin etmesi, plânlaması.
maslahat-ı umumiye:
umuma,
genele faydası olan şey.
mecbur olmak:
bir işi yapma zo-
runda kalmak.
merhamet:
sevgi ve şefkat.
mesele:
önemli konu, husus.
muamelât-ı zahiriye:
görünür
davranışlar, ilişkiler.
mühim:
önemli.
mü’min:
iman eden, inanan.
nazar:
bakış, görüş; bakma.
nefis:
insanın içinde bulunan ve
kötülüğü isteyen duygu.
nikâh:
evlilik.
örf:
âdet, gelenek.
padişah-ı ruhanî:
ruhanî padişah,
dini bir hizmetle görevlendirilen
peygamber ya da velî padişah.
peder:
baba.
pederâne:
babaya yakışacak şe-
kilde, baba gibi.
raiyet:
birinin idaresine bağlı
olanlar, halk vatandaş.
Resul-i ekrem:
çok cömert, ke-
rim olan peygamber, Hz. Muham-
med (
ASM
).
şahsiyet-i insaniye:
insanın şah-
siyeti.
şefkat:
acıyarak ve esirgeyerek
sevme, içten karşılıksız merha-
met, sevgi.
şümullü:
kapsamlı.
tabaka:
topluluk, sınıf.
tazammun:
ihtiva etme, içine al-
ma.
ümmet:
hak dine davet için ken-
dilerine gönderilen peygambere
inanıp bağlanan topluluk.
vazife-i risalet:
peygamberlik
vazifesi, görevi.
zahirî:
görünürdeki.
zevce:
eş, kadın.
zevç:
koca, eş.
zıhar:
bir erkeğin, karısını veya
karısının beden, ruh, baş veya
yüz gibi vücudunun bir bölümü-
nü, annesi, kardeşi ya da kayın
validesi gibi evlenmesi haram
olan birisine benzeterek ona yak-
laşmamaya yemin etmesi.
1.
Biz onu sana nikâhladık. (Ahzab Suresi: 37.)
2.
Tâ ki, evlâtlıkları hanımlarını boşadıktan sonra, o kadınla evlenmek hususunda mü’minle-
re bir güçlük olmasın. (Ahzab Suresi: 37.)
ahkâm:
emirler, hükümler.
akd-i semavî:
Cenab-ı Hakka
verilen söz; Allah huzurunda
yapılan antlaşma.
aleyhissalâtü vesselâm:
sa-
lât ve selâm üzerine olsun.
amir:
emreden, idareci.
arzu:
istek, heves.
ayet-i kerîme:
Kur’ân ayeti.
bâtınî:
görünmeyen.
delâlet:
delil olma, gösterme.
efkâr-ı amme:
genelin dü-
şünceleri, kamuoyu.
efrat:
fertler, bireyler.
evlât:
çocuklar.
fevkinde:
üstünde.
hakikî:
gerçek.
haram:
İslâmiyetçe yasakla-
nan işler.
harikulâde:
olağanüstü.
hikmet-i amme:
umumî hik-
met, her şeyin alâkalı olduğu
İlâhî gaye, kâinattaki umumî
ve İlâhî gaye.
hisse-i fehim:
anlayış hissesi,
anlama miktarı.
hitap:
konuşma.
husus:
mevzu, konu.
hükm-i kader:
kaderin hük-
mü, kararı.