dakika inada değmeyen bir şeye bir sene inat ediyor.
Hem, zararlı, zehirli bir şeye, inat namına sebat eder.
Bakar ki, bu kuvvetli his, böyle şeyler için verilmemiş.
onu onlara sarf etmek, hikmet ve hakikate münafidir. o
şiddetli inadı, o lüzumsuz umur-i zaileye vermeyip, âlî ve
bâkî olan hakaik-ı imaniyeye ve esasat-ı İslâmiyeye ve
hidemat-ı uhreviyeye sarf eder. o haslet-i rezile olan
inad-ı mecazî, güzel ve âlî bir haslet olan hakikî inada,
yani hakta şiddetli sebata inkılâp eder.
İşte, şu üç misal gibi, insanlar, insana verilen cihazat-ı
maneviyeyi, eğer nefsin ve dünyanın hesabıyla istimal
etse ve dünyada ebedî kalacak gibi gafilâne davransa,
ahlâk-ı rezileye ve israfat ve abesiyete medar olur. eğer
hafiflerini dünya umuruna ve şiddetlilerini vezaif-i uhre-
viyeye ve maneviyeye sarf etse, ahlâk-ı hamideye men-
şe’, hikmet ve hakikate muvafık olarak saadet-i dâreyne
medar olur.
İşte, tahmin ederim ki, nasihlerin nasihatleri şu za-
manda tesirsiz kaldığının bir sebebi şudur ki: Ahlâksız in-
sanlara derler: “Haset etme, hırs gösterme, adavet et-
me, inat etme, dünyayı sevme!” Yani, “Fıtratını değiştir”
gibi, zahiren onlarca mâlâyutak bir teklifte bulunurlar.
eğer deseler ki, “Bunların yüzlerini hayırlı şeylere çeviri-
niz, mecralarını değiştiriniz”; hem nasihat tesir eder,
hem daire-i ihtiyârlarında bir emr-i teklif olur.
Rab i an
: Ulema-i İslâm ortasında
İslâm
ve
iman'
ın
farkları çok medar-ı bahis olmuş. Bir kısmı “İkisi birdir,”
Mektubat | 57 |
d
okuzuncu
m
ekTup
defsiz ve faydasız inat.
inkılâp etme:
değişme, dönüş-
me.
İslâm:
Hz. Muhammed’in (
ASM
)
kendisine gelen vahiy ile tebliğ
buyurduğu din.
israfat:
israflar, savurganlıklar.
istimal:
kullanma.
lüzumsuz:
gereksiz
mâlâyutak:
güç yetirilmez, zor.
mecra:
gidiş yolu, kanal, yön.
medar:
sebep, vesile, kaynak.
medar-ı bahis:
söz konusu.
menşe’:
esas, kök.
misal:
örnek.
muvafık:
uygun.
münafi:
zıt, ters.
nam:
ad.
nasih:
nasihat eden, öğüt veren.
nasihat:
öğüt.
nefis:
insanın kendisi, şehvet, ga-
zap, fazilet gibi şeylerin kaynağı
olan ve kötülüğe sevk eden kuv-
vet.
Rabian:
dördüncü olarak.
saadet-i dâreyn:
iki cihan saade-
ti, dünya ve ahiret mutluluğu.
sarf etmek:
harcamak.
sebat:
kararlı olma.
tesir:
etki.
tesirsiz:
etkisiz.
ulema-i İslâm:
İslâm âlimleri.
umur:
işler.
umur-i zaile:
kaybolan geçici ve
fânî işler.
vezaif-i uhreviye ve maneviye:
ahirete ait manevî görevler.
zahiren:
görünüşte, dış görünüş
bakımından.
abesiyet:
faydasız ve boş ol-
ma, gayesiz.
adavet:
düşmanlık.
ahlâk-ı hamide:
beğenilen ve
övülen güzel ahlâk.
ahlâk-ı rezile:
kötü ahlâk.
âlî:
yüce, yüksek.
bâkî:
ebedî, devamlı, yok ol-
mayan.
cihazat-ı maneviye:
manevî
duygular ve hisler.
daire-i ihtiyârlarında:
yapıla-
bilecek ve tercih edilebilecek
sınırlar içinde.
ebedî:
sonsuz, daimî.
emr-i teklif:
birini bir şeyle
görev yükümlü kılma işi, biri-
ni bir şeyle sorumlu tutan
emir.
esasat-ı İslâmiye:
İslâm esas-
ları, şartları.
fıtrat:
yaratılış, mizaç.
gafilâne:
sorumsuzca, körü
körüne, umursamaz bir şekil-
de.
hak:
doğru, gerçek..
hakaik-ı imaniye:
imana ait
hakikatler, imanî gerçekler.
hakikat:
gerçek, doğru, bir
şeyin aslı ve esası.
hakikî:
gerçek, doğru.
haset etmek:
kıskanmak.
haslet:
yaratılışından gelen
huy ve karakter.
haslet-i rezile:
kötü ve pis
huy.
hırs:
aç gözlülük.
hidemat-ı uhreviye:
Ahiretle
ilgili hizmetler.
hikmet:
İlâhî gaye, her şeyin
belirli gayelere yönelik ola-
rak, manalı, faydalı ve tam
yerli yerinde olması.
iman:
inanmak, itikat.
inad-ı mecazî:
gereksiz, he-